Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Darbelerle hesaplaşmak |
Arjantin ve İspanya gibi senelerce darbe ve dikta mağduru olmuş ülkelerde darbeler ve darbecilerle hesaplaşma süreci kesintisiz bir şekilde devam eder; eski karanlık dönemlerin dosyaları tozlu raflardan birer indirilirken Türkiye bir türlü o noktaya gelemiyor. Milletin seçtiği bir başbakanla iki bakanını asmış, cumhurbaşkanı ve milletvekillerini senelerce hapiste tutmuş 27 Mayıs darbecilerine hiçbir şey yapılmadı. Tam tersine, bu darbeyi yapanlar uzun yıllar boyunca dokunulmazlık zırhıyla korunan temelli senatörler olarak ödüllendirildi. 12 Mart ve 12 Eylül’ü yapanlardan da hesap sorulamadı. 12 Martçılardan, cumhurbaşkanlığına talip olanlar, hattâ bu hedefe ulaşmak için asker baskısını, Meclisin üzerinden jetler uçurmak gibi görülmemiş yöntemlerle devreye sokanlar oldu. Ama neyse ki, başarılı olamadılar. Buna mukabil, 12 Eylül kendi hedefleri açısından her yönüyle başarılı oldu. Darbe konseyinin lideri kendisini cumhurbaşkanı seçtirdi. 12 Eylül’ün hazırlayıp tek taraflı propaganda, beyin yıkama ve baskıyla halka onaylattığı anayasayla da toplum alabildiğine sıkı bir cendere içine alındı. 27 Mayıs’la ülkenin sokulduğu “ara rejim”in daha da tahkim edilmiş bir devamı niteliğindeki 12 Eylül düzeni, gerek kendisine vücut veren darbe ve sorumlularından, gerekse öncekilerden hesap sorulmasına imkân vermeyen bir sistemi getirdiği gibi, kendi kurallarını topluma dayattı. On yıldır AB sürecinin demokratikleşme ve değişim yönünde sağladığı pozitif katkıya rağmen hâlâ 27 Mayıs+12 Eylül düzeninden çıkabilmiş değiliz. Bazı alanlardaki kısmî açılımlara rağmen kritik noktalarda hâlâ darbe düzeni var. Bunun da sebebi, darbeleri gerçekleştirip anayasalarına vücut veren bürokratik ittifakın, hem kendisini, hem de yaslandığı zihniyet ve dünya görüşünü, sıradan düzenlemelerle çözülmesi mümkün olmayan girift güvencelere bağlaması. Özellikle bu zihniyet ve sistem açısından özel önem arz eden sorunlarla ilgili olarak gündeme getirilmek istenen münferit çözüm girişimlerinin sonuca ulaşamaması bundan. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağını kaldırma teşebbüsü gibi.
Statüko inişe geçti, ama... Kendisini anayasadaki kademeli bariyerlerle güvenceye alan sistem ve zihniyetin en son direnme noktası, “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” saydığı maddeler. İş gelip bunlara dayanınca akan sular duruyor ve sonrasında bir milim dahi ilerleme kaydedilemiyor. Gerçi bu eksende yapılan her bir tartışma, surda yeni bir gedik açarak bu direnişi bir miktar daha zaafa uğratıyor, ama henüz sonuç yok. Sonuç alınabilmesi için ise, şimdiye kadar yaşanmış tecrübelerin tamamını göz önünde bulundurarak hazırlanacak akılcı ve gerçekçi stratejilerle, her türlü kompleksten arınmış, kamburu veya yumuşak karnı olmayan ciddî, samimî, dirayetli ve demokrat uygulayıcılara ihtiyaç var. Yakın zamanda CHP liderinin gündeme getirdiği “12 Eylülcüler yargılansın” teklifine Kenan Evren’in verdiği “Halka sorulsun, halk ‘yargılansın’ derse işi yargıya bırakmam, intihar ederim” tepkisi, o cenahtaki psikolojiyi ortaya koyuyor. Demek ki, bu konunun kararlı bir şekilde takipçisi olunursa netice almanın eskiye göre daha kolay hale geldiği bir noktaya ulaşılmış durumda Ama burada dikkat edilmesi gereken husus, her ne kadar vitrininde generaller yer alsa da, darbe organizasyonunun ve darbeyle kurulan sistemin, görünmeyen akıl hocaları ve aktörleriyle çok daha geniş çaplı bir “şebeke”nin eseri olduğu. Ve onun da, darbe ürünü sistemi kökten değiştirecek reformlarla tasfiye edilebileceği. Bu itibarla, günümüz ortamında AB kriterlerinde ifadesini bulan çağdaş normlara uygun bir anayasa bir an önce hazırlanıp yürürlüğe konulmadığı sürece, darbelerle hesaplaşmak da, Ergenekon gibi çetelerin tasfiyesi de mümkün değil. Türkiye yeni bir anayasayı artık başarmalı. 14.07.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (09.07.2009) - Değişen birşey var mı? (19.06.2009) - Din, siyaset, bürokrasi (18.06.2009) - Tesbitler ve sorular (17.06.2009) - İç içe tuhaflıklar |