Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
İman ilmi |
Nur hizmetinin ve Yeni Asya misyonunun çilekeş emektarlarından Eyüp Otman, Ali Oktay tarafından bestelenip seslendirildikten sonra nurlu kitlelere mal olan “Aziz Üstadım benim” şiirinin iki mısraındaki “İman ilmini verdin, Kur’ân’dan ders alarak” ifadeleriyle çok önemli bir noktayı vurguluyor. Risale-i Nur’un birçok yerinde geçen “iman ilmi” ifadesi, Üstada has orijinalliklerden biri. Klasik medrese sisteminde ve buna göre yapılan din tahsilinde dinî bahisler akaid ve kelâm başlıkları altında, konunun kendisine has terminolojisi içinde ele alınıp açıklanır, yorumlanır. İman esaslarını çocuklara öğretme süreci onlara Amentü metninin ezberletilmesiyle başlar. Akaid ve kelâmın konusu, bu metinde yer alan, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine iman” esaslarının izahıdır. Bu izahlar, asırlar önce oluşturulan kalıpların tekrarı niteliğinde olagelmiş ve özellikle, akıl ve bilimin öne çıktığı, materyalist felsefe akımlarının da bilimi kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalıştığı son çağda, klasik izah yöntemleri ihtiyaca cevap veremez hale gelmiştir. Aklı ve bilimi kullanarak imanı yok etmeyi amaçlayan saldırgan materyalizm, zaman içinde tahripkâr etkisini nisbeten kaybettiyse de, tortuları inançla aklı ve bilimi ayıran, imanın bilimle açıklanamayacağını savunan laik anlayışın şemsiyesi altında büyük ölçüde devam ediyor. Aleni saldırganlığın yerine daha farklı bir taktiğe başvurulduğunun ifadesi olan “İnanca saygılıyız, ama iman ayrı, bilim ayrı” söylemleri ve “İnanç akıl ve bilimle açıklanamaz” iddialarıyla. Said Nursî’nin, büyük ve dâhi Müslüman filozoflardan biri olan İbni Sina’dan aktardığı “Haşir naklî bir meseledir, akıl buna yol bulamaz” sözü, aynı anlayışın imanlı, ama felsefe ile bulanmış bir akıldan sâdır olan farklı bir tezahürü. Oysa Bediüzzaman, haşri, en başta Allah’ın varlığı ve birliği olmak üzere diğer iman esaslarıyla birlikte “iki kere iki dört eder” kat’iyetinde izah ve ispat ederek inkârcılara meydan okuyor. Ve Kur’ân’ın insanları, düşünmeye, tefekküre, akıllarını kullanmaya davet eden âyetlerinden hareketle, imanı da bir akıl ve ilim konusu, hattâ başına bir ilim olarak telâkkî ve tavsif ediyor. Yirmi Üçüncü Söz’deki “İnsan bu âleme ilim ve duâ vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin (gerçek ilimlerin) esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır” (Sözler, s. 504) ifadeleri bu mânâyı terennüm ederken, iman ilminin de özünün Allah’ı tanımak olduğuna dikkatlerimizi çekiyor. Zübeyir Gündüzalp’in “Konferans”taki “İlimlerin esası, ilimlerin şahı ve padişahı iman ilmidir” (a.g.e., s. 1217) sözü de aynı mânâyı perçinliyor. İşte bu iman ilmi vurgusu Risale-i Nur eserlerinin ve hizmetinin temelini oluşturan en orijinal hususiyeti ve asırlardır beklenen müjdenin risalelerle tahakkuk ettiği gerçeğini ifade ediyor. O manidar müjde, Üstadın İmam-ı Rabbanî’den aktardığı sözlerde şöyle ifadesini buluyor: “Eski zamanda büyük zatlar demişler ki: Mütekellimînden ve ilm-i kelâm ulemâsından (âlimlerinden) birisi gelecek, bütün hakaik-ı imaniye ve İslâmiyeyi (iman ve İslâm hakikatlerini) delâil-i akliye (aklî deliller) ile kemal-i vuzuhla (tam bir açıklıkla) ispat edecek.” (Şuâlar, s. 264) İşte risaleleri dikkat ve tefekkürle okuyup, her satır ve kelimesinde Kur’ân’dan muktebes ince mânâ ve sırlar yüklü olan o nurlu izahlarla haşır neşir oldukça bu gerçek daha net bir şekilde görülüp hissediliyor ve insan, Âyetü’l-Kübra’daki kâinat yolcusunun, Yaratıcıyı bulup tanımak için yorulmak bilmeden yaptığı nurlu seyahati kendi dünyasına da taşımanın hazzını yaşıyor. Ve iman ilmiyle girilen atmosfer, insana Cennet lezzetlerini daha bu dünyadayken yaşatıyor. 12.07.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (16.07.2009) - Yine HSYK krizi (15.07.2009) - Darbe ve demagoji (14.07.2009) - Darbelerle hesaplaşmak (09.07.2009) - Değişen birşey var mı? |