Mehmet KARA |
|
Siyasetçi bütün darbelere karşı olmadıkça… |
Meclis tatilde… Önümüzdeki ayın başında Meclis başkanlığı seçimi yapılacağı için milletvekilleri tatillerini yarıda kesip Ankara’ya gelecek. Bu arada Meclis tatile girmeden önce çıkan askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören kanunun Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanmasının ardından CHP Grubu “acil” olarak parti genel merkezinde toplanarak “oy birliği” ile kanunun iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu. CHP böylece 23. dönemde Yüksek Mahkeme’ye 33. dâvâsını da açmış oldu! Kanunla ilgili tartışmalar devam ederken, hükümetin Gül’ün “tereddütlerin giderilmesi için ek düzenleme” istemesini “ivedilikle” yapmayacağı ortaya çıktı. Hafta başında yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında “şüphelerin giderilmeye çalışılacağı” kararı çıktı. Konunun, 1 Ekim’de açılacak Meclis’in gündeminin baş sırasında olacağı tahmin ediliyor. Tabiî bu arada Anayasa Mahkemesinin kararı bu tarihe kadar açıklanmazsa… * * * Baykal’ın toplantının başında yaptığı 1.5 saatten daha uzun süren konuşmasındaki sözleri ise siyasetin tartışma konusu oldu. Baykal’ın “Asker, toplumu rahatsız eden tavırlarda bulundu mu? Kardeşiniz Abdullah’ı cumhurbaşkanı seçmenize engel mi oldu?” sorusu pek çok soruyu da akıllara getirdi. 27 Mayıs, 12 Eylül darbeleri, 1971 muhtırası, 28 Şubat postmodern darbesi toplumu rahatsız etmedi mi? 27 Nisan bildirisi ne amaçla hazırlandı? “1980 ihtilâli yargılansın” diyen Baykal’ın bu tutumu demokrasiye bakışını ortaya koymuyor mu? Bir taraftan anayasanın geçici 15. maddesi kaldırılıp 12 Eylül ihtilâlini yapanların yargılanmasını isteyip diğer taraftan “sivilleşme yönünde önemli adım” olarak sayılan kanunu Anayasa Mahkemesine taşıyan CHP’nin mahkemeye gitmesiyle övünmesi neyle izah edilebilir? Baykal’ın bu sözlerine en büyük tepki ise eski “yol arkadaşları”ndan geliyor. CHP’nin eski Parti Meclisi üyesi ve AKP Milletvekili Haluk Özdalga, “Ergenekon çetelerinin, darbecilerin, faili meçhul cinayet şebekelerinin siyasî avukatlığını üstlendiğini ilân eden Baykal, şimdi bunların hukukî zeminde de avukatlığını yüklenmiş oluyor. Çünkü, söz konusu yasanın anayasaya aykırılığını düşünen ve demokrasiye sadakatle bağlı bir partinin yapması gereken, o yasanın iptali için değil, ilgili anayasa hükmünü değiştirmek için harekete geçmek olmalıydı” diyor, ancak yeni partisinin de bu konuda bir adım atmadığını unutuyor… Baykal’ın eleştirilen diğer sözü de “Türkiye’de askerî vesayet olmadığı”nı söylemesi oldu. CHP eski Genel Başkan Yardımcısı İnal Batu askerî vesayetin devam ettiğini söyledi. “Bunun en önemli örneği 27 Nisan muhtırasıdır. CHP ne yazık ki bu bildiriyi alkışladı ve noktasına, virgülüne kadar destekledi” dedi. Özdalga da bu konuda, “Cumhurbaşkanı seçimlerinin ilk tur oylamasının gecesi asker tarafından muhtıra hazırlanmadı mı?” diye sorarken şöyle diyor: “Bu şartlarda, Türkiye’de askerî vesayet tehdidi olmadığını ileri sürebilmek için ancak Baykal gibi yaşayan ölü olmak gerekir.” Baykal’ın “Askerî vesayet yok, Tayyip Erdoğan vesayeti var” sözlerine karşılık da, halkın oyuyla işbaşına gelen bir iktidarın askerle kıyaslanmasının talihsiz bir açıklama olduğunu söylüyor. Baykal’ın bu çıkışına 12 Eylül ihtilâlinin lideri bile içerlemiş. “Neden Baykal önceki darbeyi görmüyor da 80’i görüyor? Mademki 1980’in yargılanmasını istiyor, 20 yıl boyunca 27 Mayıs bayram havasında kutlandı? Deniz Baykal neden onu sorgulamıyor?” diye soruyor… * * * Bütün bu tartışmalardan sonra Türkiye’nin daha fazla demokratikleşmesi, özgürlüklerin genişlemesi için yeni bir anayasanın ne kadar gerekli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Darbe sözü demokratik bir ülkede uluorta söyleniyorsa bir eksikliğin olduğu muhakkak. Aylardır da Türkiye bu tartışmalardan bir türlü kurtulamıyor. “12 Eylül yargılansın” deyip darbeleri başlatan darbe olan 27 Mayıs hakkında ses çıkarmamak, yıllarca bayram ilân edilmesine alkış tutmak, 12 Mart’la ilgili tek kelime söylememek, postmodern darbeden memnun olmak, gece yarısı muhtıralarını alkışlamak siyasetçi için kabul edilebilir bir durum değildir. Her türlü darbeye karşı olmak, demokrasiden yana tavır koymak milletin oylarıyla seçilenler için olmazsa olmazdır. Hem de demokrasinin de gereği budur. Millî iradeye ve demokrasiye inanan herkesin, başta 27 Mayıs olmak üzere bütün askerî müdahaleler, ara rejimler, muhtıralar, demokrasiye darbe vuran girişimler, darbe plânları karşısında net bir şekilde tavırlarını demokrasiden yana ortaya koymalıdır. Yoksa bütün darbeleri yargılanmasını istemeyenlere “asker elbisesi” de gönderilir “emir eri” olmakla da suçlanırlar… 17.07.2009 E-Posta: [email protected] |