Süleyman KÖSMENE |
|
Vahdetü'l-vücut ve ölüm |
İzmir’den okuyucumuz: “Dokuzuncu Lem’ada, ‘Vahdetü’l-Vücudun ince kusurlarını herkes göremez ve muhtaç değil’ deniyor. Burada geçen Vahdetü’l-Vücudun ince kusurları sözüyle ne anlatılmak isteniyor?” Dokuzuncu Lem’a, Vahdetü’l-Vücudun ince sırları ile ilgili sorulan sorulara cevap sadedinde yazılmıştır. Vahdetü’l-Vücut, varlıkta birlik demek olup, gerçek vücut sahibi olarak sadece Cenâb-ı Allah’ı bilmek, O’nun dışındaki diğer varlıkları Cenâb-ı Allah’ın varlığı yanında birer hayal veya gölge görmeye dayanan bir tasavvuf mesleğidir. Meslek, kendi bütünlüğü ve kendi mantığı içinde düşünüldüğünde doğru fikirlere sahiptir. Fakat kendi mantığının dışından bakıldığında, yani kendi bütünlüğü anlaşılmadığında, dalâlete ve yanlış düşüncelere kapı açabilecek tehlikeli kilometre taşları ihtiva ediyor. Bediüzzaman’a göre, Vahdetü’l-Vücut mesleği her ne kadar kendi bütünlüğü içinde doğru fikirler ihtiva etse de, Kur’ân âyetlerinin açık mânâlarını incitiyor. Zira Kur’ân âyetlerine göre, yaratılmış olan mevcudat söz konusudur, mevcudat aynasında Allah’ın kudret ve iradesi ile vücut bulan nakışlar Allah’ın eserleridir. Eşyanın, Kadîr-i Ezelî’nin icat, irade ve kudretiyle yarattığı bir vücudu vardır. Esma-i İlâhiyeden Hallâk, Rezzâk gibi çok isimlerin mazharları vehmî ve hayalî şeyler olamaz. Madem o isimler hakikatlidirler; elbette mazharları olan varlıkların da haricî hakikatleri vardır. Varlıklar O değil, O’ndandır. Öyleyse, her şey O’ndandır. Öyleyse, her şey O değil ki, “Lâ mevcude illa hu” (O’ndan başka varlık yoktur) denilsin. Oysa, O’ndan başka, O’nun isimlerinin tecellileriyle vücuda getirdiği mevcudat vardır. Öyleyse, Vahdetü’l-Vücut mesleğinde Kur’ân’ın açık mânâsını inciten hatalar söz konusudur. Fakat bu meslekte giden Muhyiddin-i Arabî makbul zatlardandır. Kendine mahsus bir makamı vardır. Bir harika kutuptur. Bir ferid-i devrandır. Fakat bu meselede eşyanın aynada yansıyan görüntüsü ile eşyanın gerçeğini kıyaslayıp, eşyanın başka mertebesini düşünmeyerek, “La mevcude illa hu” demiş. Bir mertebeyi nazara almış. Oysa eşyanın gerçek mertebesi Allah’ın isimlerine dayandığından, eşya hayalden ibaret değil, hakikattirler. Bundan dolayı da Muhyiddin-i Arabî’nin mesleği kendine mahsus kalmış, yayılıp geniş kitlelere hitap etmemiştir. *** Ümit Bey: “Daha önce de sormuştum ama sorum yanıtlanmadı. Acaba insanın ölüm biçiminden yorumlar çıkarılabilir mi? Örneğin yatağında ölenle kazada ölen veya yüz üstü ölenle uyuyor gibi ölen arasında fark var mıdır? Ölünün yüz ifadesi acaba onun ahiretteki durumu veya zor ölümü ile ilgili mesaj verir mi?” İnsanın ölüm biçiminden, ölünün hali ile ilgili sağlıklı yorumlar çıkarılmaz. Ölünün ölüm biçimi veya yüz ifadesi belki zor ölümü hakkında ip ucu verir, fakat ahiretteki durumu hakkında asla bilgi vermez. Ölüm hali başka, âhiret hayatı başkadır. Ölüm esnasında duyulan ölüm acısı kişinin günahlarına kefaret olarak da gelebilir. Nasıl dünyadaki bir musîbet kişinin günahlarına bedel gelebiliyorsa, ölüm esnasında karşılaşılan zorluk veya duyulan acı da kişinin günahlarına bedel gelebilir. Bu da af ve mağfireti getirir. Bu durumda zor ölümü rahmetle yorumlamak gerekir. Çünkü arkası rahmettir. Zor, ama sabırla geçen hayatın arkası rahmet olduğu gibi. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri bildiriyor ki, “yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkatler netice itibariyle saadetlerdir. Çünkü nûrânî âlemlere giden yol, kabirden geçer ve en büyük saadetler, büyük ve acı felâketlerin neticesidir.” Demek ölüm acısından değil, affedilmemekten ve bağışlanmamaktan korkmak gerekir. Cenâb-ı Allah hepimize güzel ölüm versin. Âmîn… 23.07.2009 E-Posta: [email protected] |