Fahri UTKAN |
|
Hakâik-i nisbiye |
Hakaik-i nisbiye, kelime anlamı olarak nisbî, göreceli hakikatlerdir. Yani kendisi sabit bir hakikat olmayıp bir başkasına kıyasla ortaya çıkan ve hakikat olarak kabul edilen özelliklerdir. Nisbî, göreceli hakikatler gerçeklerin ve gerçek hakikatlerin anlaşılmasına vasıta ve vesile olurlar. Büyük-küçük, sağ-sol, ön-arka, üst-alt birer nisbî emirdir. Bunların hiçbiri mahlûk değildir. Kaya, çakıldan büyüktür ve her ikisi de mahlûktur; ama “büyük” diye bir varlık yoktur. Nitekim o büyük dediğimiz kaya, dağa nispet edildiğinde küçük olur. ‘Sağ elim’ dediğimizde kendimize nispeten konuşuruz. Aynı elimiz karşımızdaki insan için ‘sol taraf’a düşmüştür. Apartmanın üçüncü katı ikincinin üstünde, ama dördüncü katın altındadır. Aynı hakikatin farklı mertebede tecellileri var. Bunlar da birbirine nispeten daha üstün, mükemmel veya daha eksik olurlar. Bu konuda Üstad Bediüzzaman İşarat’ül İ’caz tefsirinde şunları söylüyor: “Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikâs etmiştir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hatta bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise, hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür. Binaenaleyh, kubuh ve şerde şer varsa da kalildir. Malûmdur ki, şerr-i kalil için hayr-ı kesir terk edilmez. Terk edilirse, şerr-i kesir olur; zekât ve cihadda olduğu gibi. Evet, ‘Her şey zıddıyla bilinir’ meşhur kaziyeden maksat, birşeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücut veya zuhuruna sebeptir. Meselâ kubuh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-ı mütenahi olan mertebeleri tezahür etmezdi. Şerler, kubuhlar, noksanlar ise; hüsünlerin, hayırların, kemâllerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabilinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki; hayırların, hüsünlerin, kemâllerin mertebelerini, nev’lerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddeme ve bir vâhid-i kıyasî olsunlar.”1 Yani, güzellik bir hakikattir, çirkinliğin müdahalesi ile güzellikte mertebeler meydana gelir. Hayır, bir hakikattir. Bundaki mertebeler de şerrin müdahalesi ile ortaya çıkar. İnsanlarda bulunan takva, salih amel, cömertlik, tevazu, cesaret, kahramanlık gibi hakikatlerin her birinin birçok mertebeleri vardır. Dünya bir imtihan yeridir. Bu dünya imtihanında şeytanın yaratılması ve nefsin kötülüğü emretmesi ve bunlara karşılık, Kur’ân’ın hakikat dersi vermesi, kalp ve vicdanın da ona meyilli olması insanlar arasında mertebelerin doğmasına sebep kılınmış. Herhangi bir rengin tonlarını düşünelim. Bunları hayalen ortadan kaldırdığımızda monoton bir tek renkle karşılaşırız. Böyle olunca da her tonun ayrı güzelliğinden mahrum kalırız. İnsanlara baktığımızda, her insanın siması diğerinden farklı; parmak izine varıncaya kadar her bir organı diğerinden ayrı. Ruh dünyamıza hayalen şöyle bir baksak, her insanın anlayış, zekâ, hafıza, merhamet, cesaret, cömertlik, neşe, şevk, hissiyat açısından diğerlerinden farklılık gösterdiğini görürüz. Hiçbir insanın ruhu diğerinin aynı değil. Buna bir de insanların bu dünya imtihanında karşılaştıkları farklı hadiseler, içine düştükleri değişik sıkıntılar yahut nail oldukları ayrı nimetler, ihsanlar, makamlar, servetler eklendiğinde her bir insan ayrı bir nev'î olarak karşımıza çıkar. Görüldüğü gibi, bu dünya ‘hakaik-i nisbiye’ dünyasıdır. Gerçek hakikati nisbîliklerle tanıtır insanlara. Çünkü insan, gerçeği ancak bu şekilde tanıyabilir. Bunun için de, aynı konuda çok farklı fikir, çok farklı yol çıkar karşımıza. O yüzden de, insanlar arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Doğru ve yanlış diye ikiye ayrılan genel yolun ‘doğru’ tarafını işaretlemek de yetmez; bu defa herkese göre farklı doğru yollar karşımıza çıkar. O yüzden de, insanlar arasında ihtilâflar bir türlü bitmez. Dünya ahiretin tarlasıdır. Bu dünya mahsulâtını mahşer meydanına döktüğünde kulların amel defterleri, parmak izlerindeki değişiklikten çok daha net biçimde farklılık gösterecek. O gün, insanlar arasındaki nisbî farklılıktan ayrı nimetler yahut farklı azaplar doğacak. Ve her insanın ayrı bir nev'î gibi olduğu ortaya çıkacak ve dünyadaki “nisbî emirler, orada hakaik” olacaktır. Lemaat’ta, Üstad Said Nursî, “İcad ve cem-i ezdadda büyük bir hikmet var; kudret elinde şems ve zerre birdir” başlığı altında, zıt kavramların bir araya gelmesi, toplanmasıyla insanlar arasında iktidar olabilmenin, idare edebilmenin seviyelerinin, lezzet içindeki elemlerin, hayırların içindeki kötülüklerin, güzellikler içindeki çirkinliklerin, nimetler içindeki yoklukların, aydınlıklar içindeki karanlığın, ısı içindeki soğuğun oranıyla (hakaik-ı nisbiye ile) ancak gerçeklerin bilinebileceği ve ortaya çıkacağını söylüyor. Yukarıda anlatılanlar da olduğundan farklı olarak Hakaik-i nisbiye’nin başka bir vazifesi daha vardır. O da, “…dünyada daneler sünbül olur.” 2 Yani, dünyada tohum mesabesinde olan işler, emirler, davranışlar ahirette Cennet meyvesini veya Cehennem zakkumu olarak sümbüllenir. Meselâ, burada, dünyada ‘Elhamdülillah’ deriz, orada, Cennette ‘Elhamdülillah’ yeriz. 10. söz. 3.makam, ‘Üçüncü Nokta’da, “Ölecek âlemin dirilmesi mümkündür”, konusunun açıklanması esnasında, dünyada işlenen işlerin (iyilik veya kötülük anlamında) iki çizgi halinde hareket ettiğini, bu çizgilerin birinin sonunda Cennet, diğerin sonunda da Cehennem kurulduğunu söylemektedir. Cennet ve Cehennemin bir mahzen halinde beklediğini, kıyametin gerçekleşmesinden sonra da bu iki çizgide, yolda gidenlerin hangi mahzene münasipse, o mahzene doldurulacakları ifade edilmektedir. Çünkü, ezeli hikmet sahibi olan Cenâb-ı Hak, bu dünyamızı tecrübe ve imtihana meydanı olarak yaratmıştır. Tecrübe ve imtihan insanlar arasında gelişmeye ve terakkiye sebeptir. Gelişim ve terakki de insanlarda Allah’ın ihsan ettiği istidatların gelişimine sebeptir. İstidatların, becerilerin ve melekelerin gelişimi de insanların toplum olarak gelişmesine ve yeni yeni teknolojik gelişmelerin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu gelişmelerin en büyük sebebi de her gelişme sonrasında varılmak istenen nihaî hedefe, gerçek hakikate (hakaik-i hakikiye), daha önce elde edilen göreceli hakikatlerin bir birini desteklemesi ile (hakaik-i nisbiye ile) ulaşır. “O hakâik-i nisbiye, ahirette hakâik-i hakikiyeye inkılâb ettiği gibi; dünyada da bütün kâinatın revabıtı ve tutkalı hükmünde olan meratib-i nisbiyenin takarruruna sebeptir.” 3
Dipnotlar:
1İşaratü’l İ’caz, yeni tanzim, 50-51. 2. Lemaat. 3. 10. söz. 3. makam. Üçüncü Nokta, 29. söz, üçüncü mesele. 27.07.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (29.04.2009) - Tesanüdün kuvveti (24.02.2009) - Yeni Asya ve hizmetleri (21.11.2008) - DÜNYA - AHİRET DENGESİ |