Cevher İLHAN |
|
Eğitim ve YÖK (1) |
YÖK’ün on yılı aşkın bir süre sonra 28 Şubat’tan kalma “katsayı kararı”, milyonlarca meslek lisesi mezununun mâruz kaldığı haksızlıkların giderilmesi ve eğitimde fırsatı eşitliği açısından fevkalâde ehemmiyetli. Haksız katsayı uygulamasına son verilmesi, aslında “katsayı haksızlığını”nın devam etmesini isteyenlerin iddiasının tam tersine, yüzbinlerce öğrenciyi hak kazandığı okullarından etmekle Anayasa’daki temel haklara ve eşitlik ilkesine de aykırı. Zira Anayasa’nın 42. maddesinin başındaki “Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz” ibâresine göre bütün vatandaşlara eğitim ve öğretim hakkını ve fırsatını tanınması devletin görevi. Keza AB sürecinde anayasa ve diğer mevzuattaki ilgili hükümlerin uyumlu olması taahhüd edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol’un ikinci maddesinde yer alan, “Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz; devlet, eğitim ve öğretim ile ilgili üzerine aldığı görevleri yerine getirirken, ebeveynlerin çocuklarına, kendi dini ve felsefî inançlarına uygun olan bir eğitim ve öğretimin verilmesini isteme hakların saygı duyar” hükmünün de gereği. Ancak sözkonusu düzenlemenin de içinde bulunduğu demokratik eğitime zemin teşkil eden köklü yapısal reformlardaki noksanlıklar, demokratikleşmeyi olduğu gibi bu basit lâkin oldukça önemli “katsayı kararı”nı da bir nevi korumasız bırakıyor. Öteden beri “katsayı” haksızlığını savunanların 2010’da yürürlüğe girecek olan karar ve yönetmeliğin iptali için daha şimdiden Danıştay’a başvuracaklarını bildirmeleri, birçok “açılım”da olduğu gibi yeterince hazırlanmamış bu düzenlemenin de akamete uğratılacağı endişesine sebebiyet verdiriyor.
YASAL TAHKİMAT GEREKLİ Siyasî iktidarın bunun arkasında durması, YÖK’ün bu “kararı”yla kalmaması ve mutlaka yeni yasama döneminde demokratik eğitimi ve fırsat eşitliğini sağlayacak yasal tahkimatta bulunması gerekiyor. Aksi halde bunun da tıpkı başörtüsü yasağına karşı anayasanın iki maddesindeki değişiklikte olduğu gibi neticesiz kalması, dahası meslek okulları ve özellikle imam hatipler önündeki engeli daha da katmerleştiren mağduriyeti yeniden yaygınlaştırılması, azdırılması ve en tuhafı “iptal” perdesinde “yasallaştırması” tehlikesi duruyor. Diğer yandan YÖK kararının peşinen Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatma davasındaki “laikliğe aykırı eylemlerin odağı” olduğu “ağır ihtar”ıyla ilişkilendirilip, özellikle karar gerekçesindeki “katsayı çalışması”na atıfta bulunulması, meselenin siyasî veçhedeki ciddiyetini ortaya koyuyor. Kimi mihrakların bu “iddialar”la iktidar partisine yeni “kapatma davası” açılmasını seslendirmeleri, hükûmetin çeşitli bahanelerle bu hususta “tutuk”, “tâvizkâr” ve “çekingen” tavrının işe yaramadığını bir kez daha ele veriyor. Olup bitenler, “kapatmama kararı” sonrası demokratikleşmeyi askıya alan ve âdeta rölantiye giren siyasî iktidarın “idâre-i maslahat”çılığının ve bazı mahfilleri memnun etme ve “şirin gözükme” taktiğinin tutmadığını gösteriyor. Görünen o ki Ankara’nın AB müzâkere sürecinde “mayınlı araziden uzak durmak” politikasıyla vaad ettiği demokrasi ve özgürlükleri, yargı reformundan sürekli kaçmanın mâlum mahfiller nezdinde bir işe yaramadığını bir defa daha su yüzüne çıkarıyor.
İKTİDAR, ŞANTAJLARA GELMEMELİ AKP siyasî iktidarı, demokrasi dışı mercilerin “korkutmaca”, “tehdit” ve “şantajları”na gelmemesi gerekiyor. Son “YÖK kararı”nda Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanlarında Avrupa Birliği müktesebatına ulaşması için mutlaka yeni demokratik sivil anayasa çalışmasını başlatması icab ediyor. Ne var ki hükûmette hâlâ bu konuda bir hareket yok. Yeni “sivil anayasa” bizzat Başbakan Yardımcısının ikrarıyla STK’lara havale ederek rafa kaldırıldı. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu çalışmaları, -Kurul üyesi- Adalet Bakanı ve Müsteşarı arasındaki bakış farkından haftalarca tıkandı; lâkin hükûmet sözcüsünün Meclis tatile girmeden sonuçlandıracağı söz verdiği “yargı reformu”ndan eser yok. Her seçim öncesinde söz verilen, AB kriterleri sözkonusu olduğunda bizzat Başbakan tarafından gündeme getirilen reformlar, her defasında erteleniyor, öteleniyor. Siyasî iktidar, gerekli irâdeyi göstermiyor. Siyasî iktidarın 12 Eylül darbesi ürünü 1982 anayasası değiştiremezse dahi, öncelikle Anayasa’da yer alan ve hiçbir demokratik ülkede benzerine rastlanmayan, “eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda” yapılması garâbetini âcilen ortadan kaldırmalı. Yine hiçolmazsa YÖK’ün kuruluş ve işleyişine dair Anayasa’nın 130. ve 131 maddelerini bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi yükseköğretim üst kuruluşunun bilimsel özerkliğe ilişmeden üniversiteler arasında koordinasyon ve genel plânlama ile sınırlı kalacak tarzda düzenlemeli. Demokratik eğitimin öncelikli şartlarından biri bu… 27.07.2009 E-Posta: [email protected] |