Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Kıyamete yakın bir zamanda öyle günler gelecek ki, o günlerde cehalet inecek, ilim kalkacak, herç çoğalacak. Herç, öldürme demektir.
Câmiü's-Sağîr, No: 1278 |
27.07.2009 |
Dünyadan kazandığına mesrur, kaybettiğine mahzun olmamalı
İ’lem eyyühe’l-aziz! Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir. Allah, Kâmil-i Mutlak olduğundan, lizatihî mahbubdur. Allah, Mûcid, Vâcibü’l-Vücud olduğundan kurbiyetinde vücut nurları, bu’diyetinde adem zulmetleri vardır. Allah, melce ve mencedir. Kâinattan küsmüş, dünya ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence odur. Allah Bâkîdir; âlemin bekası ancak O'nun bekasıyladır. Allah Mâliktir; sendeki mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah, Ganiyy-i Muğnîdir; her şeyin anahtarı O'ndadır. Bir insan Allah’a hâlis bir abd olursa, Allah’ın mülkü olan kâinat, onun mülkü gibi olur. *** İ’lem eyyühe’l-aziz! Aklı başında olan insan, ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde tulû etmiştir. Başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda tavattun etmeye niyet eden hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Maahaza, ebedî ömrün önündedir. O ömr-ü bâkide göreceğin rahat ve lezzet, ancak bu fâni ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o ömr-ü bâkiden hiç haberin yok. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan! *** İ’lem eyyühe’l-aziz! Cenâb-ı Hakka malûm ve mâruf ünvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. Çünkü, bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema’dır. Hakikati ilâm edecek bir ifade de değildir. Maahaza, o ünvanla fehme gelen mânâ, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. Ancak, Zât-ı Akdesi mülâhaza için bir nev'î ünvandır. Amma Cenâb-ı Hakka mevcud-u meçhul ünvanıyla bakılırsa, mârufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. Ve kâinatta tecellî eden sıfât-ı mutlaka-i muhîta ile, bu mevsufun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez. *** İ’lem eyyühe’l-aziz! Esmâ-i Hüsnânın herbirisi ötekileri icmâlen tazammun eder; ziyânın elvan-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi. Ve keza, herbirisi ötekilere delil olduğu gibi, onların herbirisine de netice olur. Demek, Esmâ-i Hüsna, mir’at ve ayna gibi birbirini gösteriyor. Binaenaleyh, neticeleri beraber mezkûr kıyaslar gibi veya delilleri beraber neticeler gibi okuması mümkündür.
Mesnevî-i Nûriye, s. 111
Lügatçe:
lizatihî: Kendiliğinden. mahbub: Sevgili, sevilen. Mûcid: İcad eden. Vâcibü’l-Vücud: Vücudu mutlak var olan, yokluğu mümkün olmayan Cenâb-ı Hak. kurbiyet: Yakınlık. bu’diyet: Uzaklık. adem: Yokluk. zulmet: Karanlık. melce: İltica edilecek, sığınılacak yer. mence: Kurtulacak, necat bulacak yer. umur: İşler. mesrur: Sürurlu, mutlu olma. tavattun: Vatan edinme, yer edinme. maahaza: Bununla beraber. mâruf: Tanınan, bilinen. menkûr: Tanınmayan, inkâr olunmuş. ülfet: Alışkanlık. sema’: İşitmek, kulakla dinlemek. fehm: Anlayış, anlama. sıfât-ı mutlaka: Mutlak sıfatlar. ilka: Koymak, bırakmak. şuâ: Işın. tebarüz: Belli olma, belirtme. Görünme. sıfât-ı mutlaka-i muhîta: Her yeri kuşatan mutlak sıfatlar. icmâlen: Özetle, genel olarak. tazammun: İçine alma. mir’at: Ayna. |
27.07.2009 |
Eskişehir’den bir yıldız kaydı
2000 yılında ilk tanıdığım günde yaptığı dersten çok etkilenmiştim bu ağabeyin. Kim olduğunu sorduğumda Mehmet Kılıçoğlu olduğunu öğrendim. Zübeyir Ağabeyin ders tarzı gibi konuyu dağıtmadan, bilinmesi gereken kelimelerin mânâsını söyleyerek örnek bir tavır sergilerdi. Münazaralı Pazartesi dersinde ise konuları anlamamızda verdiği örneklerde Risale-i Nur’a vukufiyetini ortaya koyardı Siyasî konularda Nur Talebelerinin kafalarını karıştırmak isteyenlere karşı meslek ve meşrebi tam anlamış olmanın rahatlığı ile Üstad'ın görüşlerine sadakatini ifade ederken bizlere örnek teşkil edecek şekilde vecize haline getirdiği şu cümlesi hatıralarımızda hep canlı kalacaktır: “Üstadın siyasî görüşlerine aklını karıştırma.” Görev yaptığı yıllardaki hatıralarını dinlediğimde Nur Talebesine yakışır vakar ve tavırları ile hem siyasîleri, hem idarecileri şaşırttığını ilmelyakin anladım, bu tavırları kendime de örnek almaya çalıştım. Hastalığına ilk teşhis konulduğu zaman doktor olan yeğeninin ağlaması üzerine metanetle “Ecel birdir, tagayyür etmez” hakikatını anlatıp yeğenini teskin etmesi, hastalığı süresince sabır ve şükür içindeki tavırları ile bizlere örnek davranışlar sergilediğini aynelyakin gördüm. Son zamanlarında evine gittiğimde okuduğum 'Hastalar Risales’nin çektiği şiddetli acıları unutturduğunu söylerdi. İnsan nasıl yaşarsa o şekilde ölür, nasıl ölürse o şekilde dirilir derler. Rahmetlinin ölümü de aynen yaşadığı gibi olmuş. Mi’rac Gecesinin arefesinde ağabeyi Mahmut ağabeye “Bacaklarımı hareket ettirip, yarın yürümem lâzım” demiş, ertesi gün Mi’rac Gecesinin sabahında teyemmümle abdest alıp yatakta namazını eda ettikten sonra 'Hastalar Risalesi’nden ders yapmalarını sevgili eşi Arife Ablamızdan istemiş, ders bitmeden bir iç geçirmeyle ruhunu Rahman’a teslim eylemiş. Mekânı cennet olsun. Değerli ailesinin başı sağ olsun. Cenab-ı Hak çocuklarına onun yolundan gitmeyi nasip etsin, Eskişehirimize de yerini dolduracak Nur Talebelerini nasip etsin. Amin. Ruhuna Fatiha. |
TARIK DEMİROĞLU 27.07.2009 |