Dizi Yazı |
ZÜBEYİR ERGENEKON |
“CENNET BAHSİ”NİN YAZILDIĞI GECE |
PEYGAMBER Efendimiz (asm) ‘Seyahat edin, sıhhat bulun’ buyurmaktadır. Hayatı da ahirete doğru yolculuk olarak görenler için ise bu seyahatler ve geziler bambaşka anlam ifade eder. İnsanların ömürlerini feda ettikleri mekânlardan hızlıca geçmek insanda çok değişik duyguların yeşermesine vesile oluyor. Dağlardan küçücük görünür şehirler. İnsanın acziyetini anlamasının yoludur yollar. Yollar insana gururun yakışmadığını haykırır. O kadar sür'atli vasıtalarla bile 5-6 saat seyahat eden insanın kendini alelacele istirahate mecbur hissetmesi insana acizliğini hatırlatmaz mı? İşte yukarıdaki mânâlarla hemhal olduk 10 gün boyunca. 18 kişilik bir vasıta ile 3000 kilometrelik bir yol katettik. Yollar bitmeden biz yorulduk, yollar tükenmeden biz tükendik. Ama acziyetimizi anlattı bize yollar. Mersin’den başlayan yolculuğumuz Konya, Barla, Isparta, Denizli, Turgutlu, İzmir, Çanakkale, Tekirdağ, İstanbul, Bursa üzerinden devam etti ve nihayet Mersin’de tekrar son buldu. Yolculuk başka bir şey, insanın hayatı daha farklı gözlüklerle seyretmesi. İşte bu gezimizde tuttuğum notlardan bazılarını sizlerle paylaşmak arzusundayım. Her insanın gezme imkânının olması, herkesin gezdiği anlamına gelmediği ve her insan farklı gözle gezdiği için ‘gezi yazılarının’ insanî değerlerimiz arasında yerinin büyük olduğuna inanıyorum. Evliya Çelebilerin ruhu şad olsun!
BARLA İlk durağımız Barla idi. Barla ve diğer Nur menzilleri birçok kardeş için ilk olacaktı. Bu tür gezilerde ‘gerekli yerlere ait bilgilerin’ düzenli olarak verilmesi gerekir. Mekânlara mânâ kazandıran orada yaşanan hatıralar değil midir? Bu hatıralar ve bu hatıraların yaşanmasına vesile olan rıza-i İlâhî nazara verilmezse bu gezilerin ne ehemmiyeti kalır? Barla’da ilk durağımız Yeni Asya Sosyal Tesisleri idi. Bu şirin tesisimizi gördükten sonra Eğirdir Gölünün kenarına kahvaltımızı yapmaya gittik. Bu arada bir minibüsün kıyıya yakın yerde kuma battığını fark ettik. Meğer bu arkadaşlar, Adana Yeni Asya Okuyucularındanmış. Hep beraber gayret ederek minibüsü kurtardık. Sabah sabah kazandığımız bu zafer bizleri çok mesrur etmişti! Kahvaltıdan sonraki hedefimiz, Çamdağı’ydı. Çamdağı, Üstadımıza sinesini almış bir dağ. Çamdağı’na giderken buranın ehemmiyetini konuştuk kardeşlerle. Risâlelerin bir kısmı burada yazılmıştı, Üstadın dâvâsını tasdik eden ‘ekmek kerameti’ burada yaşanmıştı. 6. Mektup olan ‘Gurbet Mektubu’ burada kaleme alınmıştı. Gurbeti iliklerine kadar hisseden Üstadımız Feyz-i Kur’ân ile gurbetin karanlıklarını parçalamıştı. Kâinatla dost, yıldızlarla arkadaş, ağaçlarla sırdaş olmuştu. Çamdağı çok kalabalıktı. Hafta sonu da geziler için uygun olduğu için bir çok grup Çamdağı’na çıkmış; Üstadın hatırasını yâd ediyordu. Üstadın Çamdağı’nda menzilleri olan ağaçları kesmekle, bu mânâyı bitirmek isteyen ehl-i dünyaya çok güzel bir cevaptı bu ideal sahibi insanlar! Çamdağı’nda yer alan ‘Üstadın Çeşmesi’ namıyla bilinen çeşmeden soğuk sularla gönlümüz de ferahladı. Bu suyun kenarında, “Çamdağı Türküsü”nü söyleyip Nur hizmetinin kudsiyetiyle hemhal olmak bambaşka bir duygu. Yıllarca Risâle-i Nurla ruhuna ab-ı hayat sunan insanlar için bu suyun ehemmiyeti büyüktür. Çamdağı’nda iken çok lâtif bir yağmurla taltif edildik ve neticesinde ortaya çıkan toprak kokusunu içimize çekerek Çamdağı’nı gönlümüzün güzel bir yerine nakşettik. Çamdağı sadece bir dağ değildi, dinsizlik kasırgasına karşı ilk top atışları burada yapılmıştı. Çamdağı ahirzamanda iman kalesinin bir ismi olmuştu. Sonraki durağımız “Cennet Bahçesi.” Risâle-i Nur okuyup, talebelerine olan hüsn-ü hatime müjdesine mazhar olanlar için ne manidar bir duraktır bu bahçe. “28. Söz”ün yazıldığı bu bahçe üzerinde çalışılarak ruhun tenezzüh edeceği bir mekân haline getirilmiş. Çiçeklerle yüzümüze gülen bu bahçede karşılıklı köşklere de oturduk, ebedî bir hayatta oturma duâsıyla… Daha sonra Üstadımızın Evine doğru yöneldik. Üstadın evinin önündeki çınar karşıladı bizi. Ve evin altında şırıl şırıl akan su. Buralar da çok kalabalıktı, Üstadımızın evine girmek için biraz beklemek zorunda kaldık. Üstadımızın evinde, “Tarihçe-i Hayat”ta yer alan ‘Barla’ başlıklı kısmı okuyarak burada yaşanan mânâlarla dolmaya çalıştık. Bu kısmı okurken dolan ev Nurun zulmete galip geldiğinin bir işareti idi. Üflemekle güneşi söndürmeye çalışanların son ve en manidar yenilgi yeriydi Barla! Buradan hâle hâle vatanın en ücra köşelerine kadar yayılmıştı bu Nur. Bu Nura mazhar olanlar da vefalarını bu mübarek yerleri ziyaret ederek gösteriyorlardı… Barla aynı zamanda İhlâs Risâlesinin yaşandığı yerdi. İmanın tekniğe, mânânın maddeye galip geldiği yerdi Barla. “Üstadın Evi”nden sonra “Muş Mescidi”nin oradan geçerek kabristana ulaştık. Bayram Ağabeyin, Ali Uçar Ağabeyin, Şamlı Hafız Tevfik Ağabeyin kabirlerini ziyaret ederek umum Nur Talebelerini yad ettik. Barla Kabristanı mesrur. Barla’da yatanlar da, yaşayanlar da mutlu. Çünkü hayatın ve hayat gibi ölümünde nimet olduğunun son dersi burada verildi. Barla kürsüsünden verildi. Barla’dan bu nuranî duygularla ayrılırken vakit akşam olmuştu. Yollarda olduğumuz için semadaki âyetleri rahatça tefekkür edebiliyorduk. Barla’dan sonraki durağımız Isparta idi.
ISPARTA Taşıyla toprağıyla mübarek olan bu beldeye bir akşam vakti ulaştık. Valide Sultan Camii’nde akşam namazlarımızı eda ettik. Akşam Yeni Asya Vakfı’nda sohbet olduğu için oraya iştirak ettik. Bu gezilerin diğer bir amacı da ‘müfritane irtibatı’ sağlamaktı. Kardeş ve ağabeylerimizle tanışarak ne kadar feyizli bir dairede bulunduğumuzu derhatır ettik. Isparta’da sabahla beraber ilk durağımız “Gölcük” oldu. Gölcük bir kriter gölü. Çevresindeki yeşilliklerle ve manzarasıyla insanı kendine bağlayan güzel mekânlardan. Gölcükte kahvaltımızı yapıp biraz dinlendikten sonra yola koyulduk. İslamköy’e gidecektik. İslamköy’de yer alan Demokrasi Müzesini ziyaret etmek istedik, ama kapalı olduğu için ziyaret edemedik. Üstadımızın Talebelerinden Saatçi Hasan Ağabeyin kapısını çaldık. Siması ömrünü adadığı dâvânın kudsiyetiyle boyanmış bu ağabeyimizden kısa bir ders dinledik. Osmanlıca eserleri seri bir şekilde okuması birçoğumuzu hayrete düşürmüştü. Bu mübarek ağabeylerimizin hali zaten her şeyi anlatıyor, bir de özenle seçtikleri kelimelerle bizlere birkaç cümle etmeleri bizlerin kalbini tatmin, aklını teshir etmeye yetiyordu. Hasan Ağabey, okullarda din eğitiminin verilip verilmediğini bizlere sordu. Devletimizin bu işi yapmadığından bahsederek bu işin şahsımıza kaldığını vurguladı ve Üstadımızın ‘her ev bir medrese’ formülünü nazarlara sundu. Bu kısa ziyaretimizden sonra “Hafız Ali Dershanesi”ne geçtik ve orada okuma programı yapan kardeşlerle görüşme imkânı bulduk. Bu dershanede dikkatimi çeken bir husus gazetemizde M. İsmail Tezer imzalı Hafız Ali Ağabey’den bahseden yazının çerçeveletilerek dershanenin duvarına asılmış olduğunu görmemizdi. Bunu görmemizle gazetemizin ‘lâhika’ fonksiyonunu bir kere daha gözlemlemiş olduk. Daha sonra ‘bin kalemli Nurcu’ hitabının mazhar Sav’a yöneldik. Bu mübarek beldeler iman hakikatlerinin neşri için fadakârane bir şekilde Risâleleri yazmışlardı. Allah hepsinden razı olsun. Bu gelen nesil de, Risâleleri kendilerine ulaştırmaya vesile olan ağabeylerin bulundukları mekânları ziyaret ediyorlar. Böylece dâvâya vefalarını ve saff-ı evvellere teşekkürlerini sunuyorlardı. Bu mânâda nazarımda Nur menzillerini gezmenin ayrı bir önemi vardır. Gezilen dağlar, taşlar ve evler değildir sadece. Sav’da “Mustafa Gül Misafirhanesi”ni de gördük. Burada da okuma programı varmış. Böylece memleketin her köşesinde Kur’ânî ve imanî derslerin yapıldığını görmek bizleri çok memnun ediyordu. Sav köy meydanında bulunan tarihî çınar, o günleri yaşamıştı. Dile gelse neler söyleyecekti bizlere, kimbilir? — DEVAM EDECEK — |
ZÜBEYİR ERGENEKON 30.07.2009 |