M. Latif SALİHOĞLU |
|
Siyasî ayrışma felâkete götürür |
Türkiye'de siyasî ayrışmaya götürecek faaliyetlerde bulunmak, bu vatanda yaşayan ehl–i İslâma, dolayısıyla İttihad–ı İslâm dâvâsına yapılabilecek en büyük kötülük, en büyük fenalıktır. Siyasî bölünmeyi netice verecek bir çaba, Türkler kadar Kürtleri de ve onların dışındaki sair İslâm unsurları da yakacak bir ateş topuna dönüşeceği muhakkaktır. Üstad Bediüzzaman, böylesi bir girişimin tahakkuk etmesi halinde, yaşanacak olan vehameti şu sözlerle ifade ediyor: "...Hem, Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit, milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek." (Mektubat, s. 424) Kuvvetler hiçe indiğinde, tarafların ecnebi himayesi altına girmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Buna sebebiyet vermek ise, dehşetli bir günahın, büyük bir vebâlin altına girmek demektir. Şükürler olsun ki, insanlarımızın ekseriyeti tehlikenin farkında. İtidalli, müteyakkız ve mütehammil davranıyor. Tahriklere kapılmıyor. Kışkırtmalara iltifat et- miyor. Ancak, yine de aramızda bilerek yahut bilmeyerek, bu fitneye âlet olanlar var. Bu, açıkça görülüyor. Demek ki, tehlike tümüyle atlatılmış değil. Fitne kol geziyor. İçteki ve dıştaki birtakım karanlık mihraklar, yaraları kaşımaya, ateşi körüklemeye sinsice devam ediyor. Neticede, onlar kendi vazifelerini yapıyor; biz de kendi hizmetimize aralıksız devam edelim. Buna mecburuz.
Ayrışma değil, çatışma olur
Türkiye coğrafyasını teşkil eden Anadolu ve Rumeli toprakları, dünyanın hiçbir yeri ile kıyaslanmayacak bir demografik yapıya sahiptir. Bağrında "yetmiş iki millet"i barındırıyor. Üstelik, bunları kelimenin tam anlamıyla birleştirip harmanlayarak barındırıyor. Yüz yıllardır devam eden bu kaynaşmayı tersine çevirmenin, yani ayrıştırmanın imkân ve ihtimali görünmüyor. Meselâ, dünyanın en kuvvetli devletlerinin tamamı toplanıp müşterek hareket etse, yine de Anadolu'da birbiriyle kaynaşmış olan Türkleri, Kürtleri, Arapları, Çerkezleri, Gürcüleri, Arnavutları, Boşnakları... birbirinden ayıramaz, koparamaz. Fitne odakları, onları birbirine düşürebilir. Onları yekdiğeriyle çatıştırıp kan döktürebilir. Ancak, onları ayrıştırmada asla ve kat'a muvaffak olamaz. O halde, hepimiz için geriye bir tek yol ve mecburi bir tek istikamet kalıyor: Hep birlikte, barış ve huzur içinde yaşamak. İşte, şimdilerde hemen herkes bu huzurlu birlikteliğin çaresini, reçetesini, formülünü arıyor. Şayet, birtakım bulandırma ve dayatma çabaları olmazsa, huzur ve barışın adresini bulmak, yani selâmet sâhiline ulaşmak, hiç de zor olmayacaktır. Şunu sevinerek ifade edelim ki, dayatmacıların kuvveti önemli ölçüde zayıflamış durumda. Bulandırma çabaları ise, ne yazık ki tam gaz devam ediyor. Üstelik, bilmeyerek de olsa, bulandırma faaliyetlerine katkı sağlayanlar var. Bu da, hayli düşündürücü, üzücü bir nokta-i siyah!
Ayrışmanın ürpertici safhaları
Bir önceki yazıda da temas ettiğimiz Üstad Bediüzzaman'ın "adem–i merkeziyetci" Prens Sabahaddin Beye yazdığı mektupta, bu prensibin siyasî ayrışmaya götürmeyecek, bölünmeye yol açmayacak sosyal, kültürel ve temel insanî hakları hedefleyen taraflarına son derece müsbet bir nazarla bakılıyor. Bu prensibin siyasî ve ideolojik ayrışmaya yol açan kısmı hakkında ise, pek dehşetli ve ürpertici ifadeler kullanılıyor. Zira, Mektubat'ta da zikredildiği gibi, siyasî ayrışma, sür'atle siyasî tarafgirliği netice verir. Bu garazkârlığı netice verir. Firavunlaşmış nefs–i emmâre derhal devreye girer. Bu durumda, desadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkar. Çünkü, taraflar hak namına hareket etmediği için, nihayetsiz müfritâne giderler. Neticede, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verirler. (Age, s. 259) Aynı eserin 424. sayfasında ise, Üstad Bediüzzaman "Ey sarhoş hamiyetfuruşlar!" diye hitap ettiği unsuriyet fikri taraftarlarına "Şu asrın, unsuriyet asrı olmadığını" hatırlatıyor böylesi bir teşebbüsün "İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslâh ve ibka edemeyeceği" gerçeğini ders verir. Yazımızı, yüz yıllardır harmanlanmış Anadolu'daki insan grupları ve bilhassa unsurları için siyasî mânâda kullanılan eyalet, muhtariyet, otonomi, federasyon gibi tekliflerin, realize edilmeye çalışılması halinde, zincirleme ne gibi sakıncaları beraberinde getireceğine dair Üstad Bediüzzaman'ın ikazlarıyla noktalayalım... 1) Siyasî ayrışmanın ilk adımında birleştirici bağlar kopmaya başlayacak. 2) Unsurların (etnik gruplar) herbiri kendine mahsus kulüpler, cemiyetler, fırkalar kurmaya yönelecek. 3) Merkezden de duyulan nefret saikasıyla, ırkî ve mezhebî noktada şiddetli ihtilâflar, zıtlaşmalar başgösterecek. 4) Yetki tartışmaları vahşî duyguları galeyana getirecek. 5) Elde edilen hürriyet ve meşrûtiyet nimetinin perdesi, feveran ile yırtılacak. 6) Meydana getirilen kaos neticesinde, dahilde muhtariyet, istiklâliyet ve nihayet tavaif–i mülûk suretiyle rekabet kızışacak, bu da vahşetin mahsulü olan "fikr–i istilâya" yardım etmesiyle, tam bir keşmekeşi netice verecek. 7) Bu ise, öyle büyük bir günahtır (zenb–i azim) ki, hürriyetle elde ettiğimiz sevapların tamamını götürecek kadar ağır basar. (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 183) 07.09.2009 E-Posta: [email protected] |