M. Latif SALİHOĞLU |
|
İnsanlık âleminin en büyük savaşı |
Birinci Dünya Savaşının (1914–18) yaraları henüz sarılamadan, insanlık âlemi 1930'lu yıllarda ikinci bir dünya savaşının sancılarını çekmeye başladı. Sömürgeci, istilâcı ve ırkçı devletler arasında bir hakimiyet dâvâsı başgösterdi. Her biri kendi adına Avrupa'yı, dolayısıyla dünyayı idare etme hırsına ve zehabına kapıldı. Sancılanma had safhasına çıktığında, beklenen savaş da artık kaçınılmaz oldu. Savaşın başlangıç tarihi hakkında çeşitli görüşler var. Bazı tarihçiler, Alman Nazi ordusunun 1 Eylül 1939'da Polonya'ya saldırmasını başlangıç tarihi kabul ederken, bazı tarihçiler de İngiltere ve Fransa'nın Almanya'ya ilân–ı harb ettiği 3 Eylül gününü esas alır. 3 Eylül günü büyük bir gürültü ile patlak veren ve Avrupa sathına hızla yayılan İkinci Dünya Harbi, yaklaşık altı sene sürdü ve yaklaşık 36 milyon insanın telef olmasıyla neticelendi. Bu savaşın bir başka ismi de "Alman Harbi"dir. Çünkü, bu savaşın en güçlü ve en aktif tarafı Nazi Almanyası'dır. Onun karşısında ise, İtalya hariç hemen bütün Avrupa devletleri var. Bu orantısızlığa rağmen, Almanya ilk başlarda başarılı ve galibâne gidiyordu. (ABD'nin ileriki yıllarda savaşa müdahil olması ve Almanya'nın karşısındaki cephede yer alması, savaşın seyrini değiştirdi.) Polonya'yı kısa sürede teslim alan Alman orduları, hemen ardından Danimarka, Hollanda, Belçika, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Ukrayna (Kiev) ve Fransa'yı peşpeşe düzenledikleri şiddetli saldırılar sonucu teslime mecbur etti. Alman kuvvetleri karşısında en büyük direnişi gösteren ve teslim olmayı hiçbir şekilde kabul etmeyen Avrupa devletleri ise, İngiltere ve Rusya oldu. Ancak, bu iki ülke de Alman diktatör Hitlerin gazabından kurtulamadı. Londra'ya havadan binlerce bomba yağdırarak İngiliz başkentini yerlebir eden Alman kuvvetleri, ayrıca Rusya'nın Leningrad şehrini de işgal etti ve hatta Moskova'nın 30 km. yakınına kadar ilerledi. Tabiî, karşılıklı olarak yaşanan muharebeler esnasında sadece askerî hedefler vurulmuyor ve sadece resmî üniformalılar öldürülmüyor. Bu, insanlık tarihinde ikinci bir örneği olmayan öyle bir savaştır ki, asker–sivil, küçük–büyük ayırt edilmeksizin karşı tarafın bütün vatandaşları en acımasız bir şekilde vurularak katlediliyor. Bunun yanı sıra, ekonomik, sosyal, kültürel, tarım, sınaî, enerji, lojistik, vb. bütün hedefler vurularak imha ediliyor. Alman lider Adolf Hitler'in, savaşa tâ yıllar öncesinden hazırlandığı ve ülkesinde adeta bir "savaş sanayiî" inşâ ettiği de, savaşın başlamasıyla birlikte anlaşılmış oldu. Hitler, bazan oluyordu ki, bir anda yüzlerce savaş uçağını havalandırıyor ve İngiltere, ya da Rusya'nın can damarını teşkil eden merkezlerine bomba yağdırarak yerlebir ediyordu. Yine, Hitler'in hava kuvvetlerinde ilk defa görülen bir başka farklılık ise, binlerce askerden müteşekkil paraşütçü birliklerin düşman mevzilerine havadan indirilmesi oldu. Bu derece geniş ve profesyonelce yapılan paraşütlü indirme harekâtı, daha evvelki savaşlarda hiç görülmüş değildi. Bu durum karşısında, insanlık âlemi büyük bir şaşkınlık ve tedirginlik yaşadı. Aynı zamanda, harbin safhaları hakkında dünya üzerinde büyük bir merak uyandı. Aynı durum Türkiye'de de yaşandı. Savaş hallerinden olan seferberlik, karartma, iskân mahallerini boşaltma, gıda ve hububata el koyup bunları stoklama, ekmeği karneye bağlama gibi olağanüstü haller, aynı dönemde Türkiye'nin birçok yerinde, özellikle Batı Anadolu bölgelerinde yaşandı. Bunların dışında bir de şiddetli bir mera dalgası başgösterdi Türkiye'de. Saat başı verilen savaş haberlerini dinlemek için, mütedeyyin/muhafazakâr bazı kimseler bile cami ve cemaati bırakarak radyonun başına gitmeyi tercih etti. Neyse ki, Cenâb–ı Hak, Anadolu'yu bu harb belâsında muhafaza etti. Türkiye'nin yanı sıra, diğer İslâm ülkeleri de savaşın dışında kaldı. Üstelik, İngiltere, İtalya, Fransa ve Rusya gibi sömürgeci ülkelerin saldırılarla belleri kırıldığı için, onların sömürgesi durumundaki Müslüman topluluklar da bu fırsattan istifade ile bağımsızlık yolunda ilerleme yoluna girdiler. Birkaç sene sonra da, birer birer istiklâllerine kavuştular. 1939–1945 yılları arasındaki Avrupa ise, kelimenin tam anlamıyla bir harabe kıt'aya dönüştü. Meselâ, Köln, Paris ve Londra gibi bazı mühim şehirlerin yüzde doksana varan ölçüde yakılıp yıkıldıkları tesbit edildi. Haliyle, bu tahribata paralel şekilde insanlar da ölüp telef oldu. Hele, savaşın sonunu haber veren Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombaları, yayıldıkları alanda bir tek canlı bırakmayarak, bir anda yüz binlerce insanın hayatını karartmış oldu. Savaş yıllarında Kastamonu'da bulunan Üstad Bediüzzaman Hazretleri, "rikkât–i cinsiye" dediği insanî duyguları itibariyle, Avrupa'da haksız yere zarar gören, can ve mallarını kaybeden, bombalar altında şiddetli elem, azap ve ıztırap çeken mâsumlara acıdığını bazı mektuplarında ifade ediyor. Zira, o zaman zarfında, Avrupa'da hakikaten çok büyük ve pek dehşetli bir insanlık dramı yaşanıyordu. Zalim–mazlûm, kâfir–mâsum, çocukla–diktatör, hep birbirine karışmış vaziyette, aynı musibetten hissedar oluyordu. Neticede, Cenâb–ı Hak, bu büyük şerden de birçok hayırlar yarattı. Mâsum ve mazlûmlar, derecelerine uhrevî bir mükâfat kazanırlarken, zalim sömürgecilerin takattan düşmesi sonucu olarak da, mazlûm topluluklar bağımsızlık yolunda adım adım ilerlemeye başaldılar. 03.09.2009 E-Posta: [email protected] |