Nejat EREN |
|
Rahmetle kucaklaşmak, hizmetle hemhâl olmak |
Mübarek Ramazan ayının yarısına yaklaşıyoruz. Semaya, arza, hânelere, gönüllere, insanlığa büyük rahmet ve bereket yağıyor. Huzur ve saadetin bütün tonları ve frekansları bu anlarda mevcut. Mevcûdât ve kâinat “cuş u huruşta!” Bu fakir de, yayla havasında, Torosların eteklerinde iki farklı zıtlığı birlikte yaşıyor: Mutluluk ve üzüntü. Mutluluğumun iki ana sebebinden birisi dâvâm adına, diğeri şahsım ve ailem adına. Dâvâm adına olan mutluluğumun da iki yönü var: Birinci ve en büyük mutluluğum, doğduğum ilçeme tarihinde ilk defa günlük olarak 16 Yeni Asya gazetesinin geliyor olması. Bir avuç dâvâ adamıyla, bir ay boyunca eşe dosta bunları dağıtıyoruz. Üç bin de kitap getirdik. Onları da sırasıyla dağıtmaya başlayacağız İnşaallah. Son derece mutlu ve huzurlu bir ortamdayım. Ramazan ayı sonunda bunlardan birkaç tanesi bile devamlı abone kalsa büyük kazanç olacak. İkinci mutluluğum ise: Antalya il ve ilçelerinde bulunan değerli dâvâ arkadaşlarımın, “şahs-ı mânevî” anlayışıyla, birlik, beraberlik ve üstün bir gayret içerisinde, gazetemizin başlattığı “Ramazan Kampanyası” için ay boyunca Antalya ili merkezinde on bir bin, ilçelerinde de dört bin olmak üzere Antalya ili sınırlarında toplam on beş bin gazeteye ulaşmış olmasıdır. Başta merkez ilçe ve diğer ilçelerdeki meşveret heyetinde bulunan arkadaşlarım olmak üzere bütün emeği geçenleri, katkıda bulunanları bütün kalbimle tebrik ediyorum. Allah ebeden razı olsun. (Âmin) Şahsım adına olan mutluluğum ise: Torosların eteklerinde sakin ve güzel ilçem Gündoğmuş’ta otuz senedir tam olarak istediğim gibi yapamadığım “sılâ-ı rahimi” gerçekleştiriyor olmamdır. Akraba ve dostlarla irtibatın keyfini çıkarıyorum. Bol oksijen alıp, tefekkür dünyamı zenginleştirip önümüzdeki “hizmet mevsimine” zinde girmek istiyorum. 1970’li yıllarda Temmuz ve Ağustos aylarına tekabül eden mübarek Ramazan aylarını da burada böyle bir ortamda yaşamıştım. 1975 yılı Ramazan’ının bir gününde de Kur’ân’ı bir günde hatmetmeye azmetmiş; imsakta “Fatiha” sûresiyle başlayan bu gayret,—Allah’ın tevfik ve inayetiyle—teravih vaktinden önce “Nas” Sûresiyle sona ermişti. Elhamdülillah bir günde hatim yapmaya nâil olmuştum. Şimdi yine aynı mekândayım. Dağların arasındaki yeşilin bütün tonlarının barındıran muhteşem manzarada o tarihlerde düz bir arazide küçük bir cemaate üç dört yıl boyunca “imamlık” yaptığım bu mekânda şimdi aynı mekânda hamiyetkâr hemşerilerimin inşâ ettiği mütevazı mescidde “müezzinlik” yaparak serin serin teravihlerimizi kılıyoruz Elhamdülillâh. Büyük mutluluk. Burası öyle bir mekân ki; gariban insanların gayretleriyle dar alanda meydana getirilen tarlalarda yetiştirilen her türlü meyve ve sebzeyle bire bir muhatabız. Sun’îlikten uzak, fıtrîliğiyle her şey sade ve orijinal. Bütün güzellikler iç içe. Her şey nefse, ruha, kalbe, hissiyâta hitap ediyor. İşte üzüntüm orada başlıyor. Rahman’ın bu kadar ikram ve ihsanına karşı kulluk vazifemizi, abdiyet ve ona karşı sorumluluklarımızı yapıp yapamadığım endişesi beni tehdit ediyor. Bu hâl ve dâvâyı bize bırakan aziz Üstadımızın çektiği bunca sıkıntı, hakaret, yoksulluk, mahrumiyet ve çileyi hatırlayınca üzülmemek elimden gelmiyor. Bu rahatsızlık ve üzüntü, elbette vicdanî rahatsızlıktır. Derunî bir mutluluğun emaresidir. Yaşadığı bir Ramazan’da arzusunu “Bu Ramazan’ı asude geçirmek isterken çıkan bu hadise isteğimizi geri bıraktı” şeklinde beyan eden aziz Üstada, rahat ve huzuru çok gören ve yaptırmayan zihniyetin yaptıklarını hatırladıkça gelen bir üzüntüdür. Ama aynı Üstadın bize bıraktığı miras olan “tevekkül ve imanla”, her şeye rağmen, onun tâbiriyle “çalışkan rüzgârın” etraftaki dağlarda meydana getirdiği, gece gündüz devam eden uğultu ve haşmetli tesbihatı... Gazetemiz yazarlarından Latif ve Sefer Beylerin zaman zaman bahsettikleri yabani “büyük baş” mahlûkât buralarda da çokça var. Ama biz henüz onlarla bire bir muhatap olmadık. Onlara bedel, buralarda küçük ölçekli sivrisinek teraneleri, yılan ve akreb vak'aları var. “Gece kuşları” olan “böcekler korosunun” sabaha kadar devam eden o muhteşem zikirlerini... Yeni inşa ettiğimiz mütevazı mekânımızdan her an 360 dereceli bir bakış açısı ile görülebilen o muhteşem renklerin cümbüşünü... Bu mekânlarda adım başına pınarlardan bolca çağlayan buz gibi suların o harika şırıltı ve tesbihlerinin kadir ve kıymetini... Teknolojiden neredeyse tamamen uzak, radyosuz, televizyonsuz, sun’î müziksiz (sadece elektrik, cep telefonu ve özel vasıta) hayatın sadeliği, güzelliği ve fıtriliğini... Rahman’ın ihsanı olan her türlü meyve ve sebzelerle bire bir dalından, kökünden ve kaynağından turfanda ve taze olarak muhatap olarak, gözle, elle, dille tadarak tefekkürünü yapabilmeyi... Tam bir Anadolu geleneğine sahip, temiz ruhlu, sade, sadakatli, vefalı hemşeri ve akrabalarımdaki o engin, sabırlı, vefalı, tevekkül dolu dünyayı paylaşmayı... Kalabalık ve gürültü kirliliğinin sebep olduğu durumdan dolayı şehirlerde gelenek hâline gelen “iftar ve sahuru” hatırlatma vasıtası olarak kullanılan “Ramazan topu” yerine; “imsakı” “sâlâ” ile, iftarı da “ezanla” hatırlatan güzel sesli hafızlarımızın o engin geleneğini... Çocukluk hatıra ve hafızamda önemli bir yeri olan “yörük göçü” tâbiriyle Alanya ve Manavgat Yörüklerinin sahilden yaylaya uzanan o çetin yollarda “süslü develerle” günler ve haftayı bulan “göç kervanının” yerini alan ve şimdilerde son model binek arabaların saatlere sığan “yayla seferlerinin” eksoz uğultularını... …Ve daha bir çok olay ve hadiseyi görüp yaşayıp dinlerken, insanlığa sadece maddiyât ve dünyevîliği takdim eden mimsiz medeniyet ve imansız felsefenin kafa ve gönül karmaşasına karşı Kur’ânî, îmanî ve semâvî bir “hak yolu” gösteren Aziz Üstad’ıma minnet borcum vardır. Dâhil olmakla şeref duyduğum cemaatim ve “şahs-ı maneviye” tebrik ve teşekkür borcum vardır. Kur’ân’la gelen, Ramazan’la devam eden, sahuru, iftarı, teravihi ile İslâm ve insanlık dünyasına ve imanlı gönüllere ve hanelere gelen bu büyük huzur ne büyük hazinedir. Buralarda şehrin yoğunluğundaki o tekellüflü dâvetlere gerek yok, her şey fıtrî hâlinde devam ediyor. Dost ve akrabalar kendi aralarında teklifsiz ve dâvetsiz her gün bir araya gelip “Rahman’ın sofrasında” buluşuyorlar. Fıtrî olarak yaşamak ne kadar güzel. Bütün inananlara huzur dolu anlar ve vakitler dilerken, bu mutluluktan uzak olanlara da hidayet diliyorum. 02.09.2009 E-Posta: [email protected] |