M. Latif SALİHOĞLU |
|
Bardakçı'nın hesaba katmadığı |
—Dünden devam—
Haber Türk yazarı tarihçi–yazar Murat Bardakçı'nın Said Nursî hakkındaki yazısında soru işaretlerine sebep olan noktalara açıklık getirmeye devam ediyoruz. Sayın Bardakçı, eline geçen Said Nursî'nin 1935 tarihli Isparta ve Eskişehir'deki sorgulama metni ile Tarihçe–i Hayat'ta yer alan aynı dâvâya dair müdafaa metinleri arasındaki üslûp farkından söz ediyor ve özellikle şu noktayı vurguluyor: "Said Nursî'nin zabıtlardaki ifadesi ile yayınladığı kitaptaki ifadesi farklı. Kitabında sert bir üslûp kullanıyor; ancak, zabıtlarda daha yumuşak bir dille hakimlere hitap ediyor." Dünkü yazımızda, bu noktaya kısmen açıklık getirmeye çalıştık. Esasında, sayın Bardakçı da yazısında şayet şunu ifade etmiş olsaydı, zihinlerde soru işaretine yer kalmayacak ve mesele büyük ölçüde vuzûha kavuşacaktı: "Benim elimdeki belge bir sorgulama metnidir; Said Nursî'nin Tarihçe–i Hayat'ındaki ifadeleri ise, daha sonra yapılan mahkeme müdafaatındaki metinlerdir." Doğrusu da budur zaten. Aslında, sayın Bardakçı'nın Tarihçe–i Hayat'tan iktibas ettiği meselâ "Ey heyet–i hakime!" şeklindeki hitabın sorgulama zaptında olmaması gayet normaldir. Zira, "hakim heyeti" sorgulamada değil, mahkeme duruşmalarında olur. Ayrıca, şunu da vurgulamakta fayda var: Bırakın bundan 70–80 sene öncesini, bugün bile sorgulama metni ile mahkemede söylenenlerin tıpatıp aynı olduğu söylenemez. Aralarında mutlaka bazı nüanslar var. Bütün bunlar bir yana, tarihçi–yazar Murat Bardakçı'nın takıldığı nokta gibi, Said Nursî, o gün ve istikbâlde de gelecek bilumum suâllere, tenkitlere ve takılmalara cevap teşkil edecek bazı izahlarda bulunuyor. Yani, Bediüzzaman Said Nursî'nin bizzat kendisi tâ yetmiş beş sene öncesinden hem o günün insanlarına, hem de istikbâl nesline tarihî cevaplar veriyor. Kendi tabiriyle "müskit", yani susturucu cevaplar. Osmanlıca teksir Lem'alar isimli eserinin 27. Lem'a bölümünde Eskişehir Mahkemesinin safhalarından (toplam sekiz safha) söz eden Üstad Bediüzzaman, tam da Murat Bardakçı'nın elindeki sorgulama zaptından bahsediyor ve aynen şu ifadeyi kullanıyor: "Bu safha, sorgu hakimlerinin suâllerine cevaplardır. Bu kısım onların zaptına geçmiştir. Fakat, biz kaleme alamadık." Yani, ayrıca kaleme almak için bu zabıt metninin kendilerine verilmediğini ifade ediyor. Bediüzzaman, Eskişehir Mahkemesindeki bütün suâllere cevap mahiyetindeki asıl müdafaasının ise, Tarihçe–i Hayat'ta yer alan "Son Müdafaat" ile "Son Müdafaatın Tetimmeleri" olduğunu, bu Osmanlıca Lem'alar nüshasında açıkça ifade ediyor. Bu bilgilerin detayını, ayrıca kupürünü orta sütuna koyduğumuz belgenin altında görebilirsiniz.
NOTLAR 1) Said Nursî'ye ait bu eserin de dahil olduğu Nur Külliyatı, 1935'ten 1985'e kadar, yani elli sene müddetle yüzlerce mahkemeden geçtiği halde, burada yer alan bilgilere hiçbir mahkeme itiraz etmemiş ve bahsedilen mahkeme safhalarını yalanlama cihetine gitmemiştir. Gerek mahkemelerde ve gerekse kamuoyu nezdinde temyiz edilen bu ifadelere, dün olduğu gibi bugün de kimsenin bir itirazı olmasa gerektir. 2) Sayın Murat Bardakçı, daha geniş imkânlara sahiptir. Şayet, Said Nursî'nin zapta geçen Eskişehir Mahkemesindeki "Son Müdafaat"ının metnine de ulaşıp bunu yayınlarsa, bundan sadece memnuniyet duyacağımızı ifade etmek isteriz. 3) 1935 yılının—özellikle Said Nursî açısından—olağanüstü şartlarını da dikkate alarak değerlendirme yapmak gerekiyor. Meselâ, dün kupürünü yayınladığımız TAN gazetesinin manşet haberinde, Binbaşı Asım isimli talebesinin 7 Mayıs 1935'teki sorgulamadan kısa bir süre önce, hem yalan söylememek, hem de Üstad'ını sıkıntıya sokmamak için "Yâ Râb! Canımı al!" diyerek oracıkta teslim–i ruh etmesi, aynen şu ifadelerle anlatılıyor: "Bir binbaşı mütekaidi suçlu (mürteci), ifadesi alınırken, birdenbire düştü, öldü." Ne tuhaf değil mi? Kırk yıl askerlik yapmış bir şerefli Türk subayı, mürteci diye damgalanıyor ve daha ifadesi bile alınmadan "suçlu" diye ilân ediliyor. 02.09.2009 E-Posta: [email protected] |