M. Latif SALİHOĞLU |
|
Değişim sancıları |
Türkiye'de yaşanan ve aylardır "açılım" tâbiriyle dillendirilen şey, aslında giderek şiddetlenen bir sancının işaretidir: Değişim sancısı... Resmî ifadeyle "Demokratik açılım", halkın ifadesiyle "Alevî açılımı", yahut "Kürt açılımı" şeklinde yapılan telâffuzlar da, yaklaşık bir asırdır yaşanan o genel ve temel sancının, rejimin standartlarına göre lokalize edilmiş ayrı birer versiyonundan ibarettir. Bunların dışında Türkiye'de yaşanan daha başka sancılar ve sıkıntılar da var. Bunların başında dinî inanç ve dinî yaşayış hürriyeti gelir. Bu sahadaki hürriyet ve serbestlik kâmilen sağlanamadan, diğer açılımlardan da sağlıklı neticeler çıkmaz. Meselâ, Kürdün, yahut Alevînin başörtülü kızı üniversitelerde serbestçe okuyamadıktan, yahut resmî dairelerde rahatça çalışamadıktan sonra, yapılan açılımların hayırlı ve huzurlu neticeler vereceğini kim iddia edebilir? Demek ki, sıkıntının asıl kaynağına inmek ve oradaki büyük sancıyı dindirmeye çalışmak lâzım. Sıkıntının kaynağında ise, Türkçülüğe dayalı, milliyeti adeta mâbut ittihaz eden Kemalist zihniyet yatıyor. Bu zihniyet tamir ve ıslâh edilmedikçe, Türkiye'deki sorunların ve sancıların ardı arkası kesilmez. Bakınız, bugün Almanya'da, Hollanda'da ve başörtülü bir Müslüman hanımın parlamentoya girdiği gibi ülkelerde de Kürtler ve Aleviler yaşıyor. Üstelik, lokal çerçevede herhangi bir açılım–maçılım yapılmadığı halde, onlar Kürtlük veya Alevilik adına herhangi bir sıkıntıya mâruz kalmıyorlar. İstedikleri gibi yaşıyorlar; üstelik dillerini, kültürlerini, örflerini aynen yaşatabiliyorlar. Bundan dolayı herhangi bir sıkıntı, bir problem yaşıyorlar mı? Hiç duydunuz mu? Peki, oralarda herhangi bir Kürt, yahut Alevî açılımı yapılmadığı veya böyle şeylere hiç gerek duyulmadığı halde, o insanlarımız nasıl rahatça yaşayabiliyorlar? Cevap: Hürriyet ve demokrasi nimetlerinden istifade ederek... Demek ki, neymiş: Temel mesele hürriyet ve demokrasi tatbikatıyla bağlantılıymış. Bizde bu hakkıyla olmadığı ve uygulanamadığı için, sıkıntıların ardı arkası kesilmiyor. Bu noktadan hareketle kat'î kanaatimizi ifade edelim ki: Türkiye'nin temel problemi Kürtlük ve Alevilik değil, belki Kemalizmdir, jakobenizmdir, Türk olmayanların yaptığı ırkçılık mânâsındaki Türkçülüktür, kànun dışı olmak üzere devlet adına keyfî tasarruftur, millet adına cinayet işlemektir, vesaire... Dolayısıyla, tek başına bir "Kürt açılımı" politikasıyla müzmin dertler devâ bulmaz. Yapılacak müdahaleler de, yaraya parafin sıkmak veya pansuman yapmaktan öteye gitmez, gidemez. Biz sıkıntının hallolmasını herkesten fazla ve cân–ı gönülden isteriz. Bu noktada ümidimizi de asla kaybetmeyiz. Ancak, ciddî bir tedbir görmediğimiz takdirde, kendi kendimizi aldatacak kadar da iyimser olamayız. Şimdiki açılıma "devlet politikası" deniliyor. Hükümet de, bütün iyiniyetiyle işin içinde. Lâkin, meselenin mahiyeti henüz tam olarak bilinmiyor. Mahiyetini bilemediğimiz bir kaptan, yani dibini göremediğimiz bir tastan suç içmek gibi baştan çıkarıcı bir iştahımız yok bizim. Yine de, bütün içtenliğimizle, gelişmelerin hayırlı neticeler doğurmasını diliyoruz. Tarihin yorumu 24 Ağustos 1517 Şapka, medeniyet, referandum... Kamuoyunda "Şapka Kànunu" olarak bilinen Kılık–Kıyafet Kànunu, Millet Meclisinin 25 Kasım 1925 tarihli oturumunda kabul edildi. Aynı zamanda sarık ve cübbe giyilmesini yasaklayan bu kànun, üç gün sonra da yürürlüğe kondu. Tıpatıp Batılıları taklit etmeyi öngören bu kànun her ne kadar TBMM tarafından görüşülüp onaylansa da, meselenin öncülüğünü M. Kemal yapmaktaydı. Nitekim, söz konusu Şapka Kànununun kabulünden aylar öncesinden (üç ay önce) M. Kemal, başında Panama Şapkasıyla Kastamonu'ya gitmiş ve yakında resmen yapılacak kıyafet inkılâbının tatbikatını yapmış ve yaptırmıştı. 1925 senesinin 23–31 Ağustos günlerinde gerçekleşitirilen Kastamonu ve ilçeleri gezisi, baştan sonra şapka ve yeni Avrupaî kıyafete dair konuşmalarla geçti. İşte, Kastamonu Belediye salonunda yapılan o kunuşmalardan biri: “...Baylar! Buna şapka derler. Biz her yönden medeni insan olmalıyız. ...Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Bizim şimdiye kadar geri kalmamız ve nihayet son felaket çamuruna batışımız medeniyete ayak uyduramadığımızdandır. ...Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona uzak kalanları yakar, mahveder." İnebolu'daki balıkçılara hitap ederken de, şunları söyler: "Ben şimdiye kadar millet ve memleket yararına ne gibi hareketler, inkılâplar yapmış isem, hep böyle halkımızla görüşerek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım." (TC Kronolojisi, TTK, s. 439) Esasında, yapılan işin Türklükle, Türk millî örf ve âdetleriyle hiçbir alâkası yoktu. Ancak, tam da bu esnada sarf edilen "Bir Türk dünyaya bedeldir" sözü, gelecek muhtemel tenkit ve itirazların önünü kapatıyor, set çekiyordu. Aynı zamanda "Eyvah! Türklükten mi çıkıyoruz?" yollu şüphe ve tereddütlerin üstünü kalınca bir örtüyle kamufle ediyordu. Tek parti diktatoryası Öte yandan, medenî Avrupa'daki bu tarz uygulamaların çok farklı olduğunu bilmekte fayda var. Demokratik Avrupa ülkelerinde yapılacak bir köklü siyasî/sosyal değişim için, öncelikle halka gidilir ve bu iş için mutlaka referandum yapılır. Meselâ: Bugünkü AB noktasına kadar gelinen tarihî süreç içinde yapılan bütün köklü değişiklik için, üye ülkelerin tamamında hep referanduma başvuruldu. Ortak kànun, ortak meclis, ortak para birimi vesaire, hemen her ülkede referandumla kabul edildi. Türkiye'de ise, özellikle 1950'den evvel yapılan büyük çaplı değişim veya dönüşümlerin hiçbiri için referandum yapılmadı. 1923'ten sonra ülkenin mukadderatına hükmeden tek parti zihniyeti, kendince uygun gördüğü hemen her değişikliği Meclis'ten geçirdikten sonra, uygulama safhasında millete dayatma cihetine gitmiştir. Türkiye, tâ 80–90 yıl önceden taklit etmeye çalıştığı vahşî Avrupa, bugün itibariyle nisbeten değişmiş, özellikle temel insan hak ve hürriyetleri noktasında kısmen de olsa medenileşmiştir. AB üyesi olmaya karar veren Türkiye ise, ne yazık ki tâ seksen sene evvel Avrupa'dan içimize atılan birtakım ayakbağlarından kurtulmaya çalışıyor. 25.08.2009 E-Posta: [email protected] |