M. Latif SALİHOĞLU |
|
Müphemiyetin hikmetleri |
Soru: Mehdi ve Deccal birer şahıs mı, yoksa şahs–ı manevî mi?
Cevap: Risâle–i Nur'un konuyla ilgili bahislerinde, bunların birer şahıs olduğu gerçeği kabul edilmekle birlikte, icraatlarının ise, fikir ve cereyan şeklinde, yani bir şahs–ı manevî tarzında olacağı mükerreren ifade ediliyor. Meselâ, farz–ı muhal olarak bugün hangi bir dinsiz zâlim, yahut hangi bir din âlimi öldürülse, din söner, yahut da dinsizlik silinir, biter? Mümkün değil. Bin kişi de öldürseniz, dâvâlar bitmez; hatta artarak, şiddetlenerek devam eder. Eskiden durum farklıydı. Meselâ, Firavun gark olduğunda sisteminin hükmetme kuvveti de bittiydi; kezâ, Nemrut geberdiğinde rejimi de son bulduydu. Şimdi ise, bambaşka bir durum söz konusu. Rejimler, sistemler, fikirler, telâkkiler, mânevî olarak beşeriyet âlemine yayılıyor, yahut istilâ ediyor. 29. Mektup'tan bu mânâya uygun bir cümle aktararak geçelim: "Hazret–i Mehdînin cemiyet–i nuraniyesi, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim–i bid'akârânesini tamir edecek, Sünnet–i Seniyyeyi ihyâ edecek."
Soru: Mehdî ve Deccal gibi meselelerin, ne büsbütün meçhûl ve ne de tamamiyle bedihî olmasının, yani "müphem" kalmasının hikmetleri neler olabilir?
Cevap: Bu mühim suâlinize şöylece izahatlı bir cevap vermeye çalışayım. Rivâyetlerde haber verilen âhirzamandaki büyük Mehdî'nin (as), neden açıkça bilinmemesi, alenen tanınmaması gerektiğine dair hikmet dolu izahat, Risâle–i Nur'da ve daha çok Sözler mecmuasındaki Yirmi Dördüncü Söz'ün Üçüncü Dalı'ndaki "Asıl"larda veriliyor. İlgili bahsin yer aldığı "Üçüncü Dal"ın hemen başında, şöyle acı bir realiteden söz ediliyor: "Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından bahseden ehâdis–i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl–i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. İmanı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da inkâra kadar gitmişler." Bu realitenin tesbitinden hemen sonra, umumun bilmesi gereken şu önemli hatırlatmaya geçiliyor: "Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh–ı âliyeyi ervâh–ı sâfileden tefrik eder. Öyleyse, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhûl kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı (iradeyi) elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet (açıklık) derecesinde bir alâmet–i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar (mecbur) olsa, o vakit kömür gibi bir istidat (Ebucehil karakteri), elmas gibi bir istidatla (Ebubekir'le) beraber kalır. Sırr–ı teklif ve netice–i imtihan zayi olur. "İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyat dahi çok muhteliftir; birbirine zıt hükümler olmuş." Bu kısacık hatırlatma ve izahatın ardından, yine hikmete binaen, Cenâb–ı Hakk'ın bazı mühim ve çok özel şeyleri, nasıl bir genel çerçeve içinde saklı ve gizli tuttuğu, müşahhas misâllerle tek tek sıralanıyor: "Cenâb–ı Hakîm–i Mutlak, şu dâr–ı tecrübe ve meydan–ı imtihanda, çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla, çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Meselâ, Leyle–i Kadri umum Ramazan'da, saat–i icâbe–i duayı Cuma gününde, makbul velîsini insanlar içinde, eceli ömür içinde ve kıyametin vaktini ömr–ü dünya içinde saklamış." Dünyanın ömrü içinde kıyamet vaktinin niçin gizli tutulduğunun hikmeti izah edilirken, bağlantılı olarak, kıyamet âlametlerinden biri olan âhirzaman Mehdisinin de, yine aynı sır ve hikmete binaen gizli, saklı, yani "müphem" olması icap ettiği, şüpheye, tartışmaya yer bırakmayacak derecede şöylece beyan ediliyor: "...İşte, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın hikmet–i iphamdan (gizlilik hikmetinden) ileri gelen sözlerindeki sırdandır ki, Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları, çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl–i velâyet 'Onlar geçmiş' demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet–i İlâhiye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü her zaman, her asır, kuvve–i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Eğer (vakit) tayin edilseydi, maslahat–ı irşad–ı umumî zayi olurdu." Dolayısıyla, kim ki ortaya çıkar ve "Ben Mehdi'yim" derse, bu iddia evvelâ onun Mehdi olmadığını gösterir. O kişi ya meczup, ya da yalancının biri demektir. (Devamı var) 30.07.2009 E-Posta: [email protected] |