Abdil YILDIRIM |
|
Kur’ân ile dost olmak |
İnsan iyi bir arkadaşa sahip olabilir ama iyi bir dost bulmak o kadar kolay değildir. Onun için bazı ozanlar “Dost dost diye nicesine sarıldım / Ne bir vefa buldum, ne faydalandım” derken, bazıları da “Bir dost bulamadım gün akşam oldu” diye hakikî bir dosta olan hasretliklerini dile getirmişlerdir. Dost, iyi günde insanın yanında olduğu gibi, kötü günde de onu terk etmez. Onun için “Gerçek dost kara günde belli olur” denilmiştir. İyi gününde insanın dostu çok olur. Ama dara düştüğünde, başına bir iş geldiğinde, bir felâkete maruz kaldığında, çevresindeki insanların dağıldığı, herkesin bir bahane ile oradan uzaklaştığı görülür. İnsan bir de bakar ki, yanında bir kaç kişiden başka kimse kalmamıştır. Bazen de hiç kimseyi yanında göremez. İşte o zaman gerçek dostluğun ne olduğunu, gerçek dostların kimler olduğunu idrak eder. Öyleyse insan öyle dostlar edinmeli ki, onu hiçbir zaman terk etmesin. İyi gününde yanında olduğu gibi, kötü gününde de dostunu yanıbaşında bulsun. Her tasasına teselli, her derdine derman olsun. Dostunun sohbetini dinlerken kederlerinden kurtulsun. Onun yanındayken emniyette olduğunu hissetsin. İnsanın böyle hakîki bir dostu olduktan sonra, hiçbir şeyden endişesi kalmaz. Karamsarlığa ve ye’se düşüp me’yus ve muzdarip olmaz. Kur’ân-ı Kerim, işte böyle hakîki ve hakikatli bir dosttur. Onu dost edinen, en büyük teselli kaynağını bulmuş, her türlü dert ve tasadan kurtulmuştur. Çünkü her türlü sıkıntının çaresi, her acının ilâcı, her derdin dermanı Kur’ân’da vardır. İnsan böyle bir dosta sahip olduktan sonra, hiçbir şeyden korkmaz, hiçbir endişesi kalmaz. Kur’ân’ı dost edinen, bu dostluğuna sâdık kaldığı müddetçe, her türlü korkudan emin olabilir. O Kur’ân’ı terk etmedikçe, Kur’ân da onu terk etmeyecek, her musîbetten muhafaza etmeye devam edecektir. İnsan dünyada dost ararken, “pazara kadar değil, mezara kadar” birlikte olacağı bir dost ister. Çünkü fâni dostlar insana ancak mezara kadar eşlik edebilirler. Ama mezardan sonra da hayat devam edecektir. Asıl o yerin altında, o soğuk ve karanlık çukurda insanın bir dosta ihtiyacı vardır. İşte Kur’ân’ın dostluğu, mezarda ve sonrasında da devam edecektir. Dünyada Kur’ân ile dostluğunu sıkı tutan ve sadakatle ona bağlanan insan, kabrin karanlığında onu yanıbaşında bulacaktır. Kur’ân kabrini aydınlatacak, onu günahlarının hücumundan ve kabir azabından kurtaracaktır. Mahşerde, Mizan’da ve Sırat’ta da hep yanında olacak, dostunu bir an bile yalnız bırakmayacaktır. İnsan dostu ile bir araya geldiğinde onunla konuşur, sohbet ve muhabbet ederek dostluğunu gösterir. İki dostun hiç konuşmadan dostluklarını devam ettirmesi düşünülemez. Kur’ân ile dost olan insan da, onu okur, ne dediğini anlarsa dostluğun bir anlamı olur. Yoksa, en güzel kılıfların içine yerleştirip, evinin en güzel köşesine asmakla Kur’ân’a dost olunmaz. Dost, dostun hem halinden, hem dilinden anlar. “Ben Kur’ân’ı çok seviyorum, ama okumasını bilmiyorum” demek, bu sevginin ve dostluğun özde değil, sözde olduğunu gösterir. İnsan dostunun dilinden anlamıyorsa, onunla nasıl muhabbet edecek? Bir ecnebî arkadaşımız olsa, onunla konuşabilmek için onun dilini öğrenmeye çalışırız. Kur’ân gibi bir ebedî dostumuz varken, onun dilini öğrenmemek, cehaletten de öte bir gaflet ve hatta dostluğa ihanettir. Ramazan-ı Şerif’in bir adı da Kur’ân ayıdır. Kur’ân bu ayda nazil olmuş, yeryüzüne inerek insanlara dostluk elini uzatmıştır. Mü’minler bu ayı mukabelelerle karşılar, her zamankinden daha fazla Kur’ân okuyarak dostluklarını pekiştirirler. Ramazan Ayı, Kur’ân ile dost olmak için en güzel fırsattır. Bu fırsatı değerlendirenler, mukabelelerle Kur’ân’ın dostluğuna mukabele edenler, hem dünyada, hem ahirette, hem mahşerin dehşetinde, hem ebedü’l-âbâd yolunda kendilerini yalnız bırakmayacak olan hakîkî bir dost kazanmış olacaklardır. Ne mutlu, Kur’ân’ı dost edinenlere! 04.09.2009 E-Posta: [email protected] |