Şükrü BULUT |
|
Camiye, ezana, vaaz ve hutbeye müdahale... |
Hakk ve hürriyetler bütün dünyada inkişaf ederken, bizde geriliyor mu? Veya yakın geçmiş tarihimizde yaşadığımız 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin yasaklar mengenesinde kıvranıyor muyuz? Hatta Amerika ve İngiltere kaynaklı “din ve ahlâk karşıtı” global cereyanın BOP adıyla, terörü de bahane ederek uygulamaya koyduğu proje gereğince, bilhassa “din ve vicdan hürriyetlerimiz” dönüştürülüyor mu? Türkiye'mizde Kemalizmin dine müdahalesi elbette yeni değil. İbadethaneleri depo ve hatta bazan resmî zevatın atlarını bağlama olarak kullanan “genç cumhuriyetin” din ve vicdan özgürlüklerine indirdiği darbeleri artık Çin ü Maçin halkı da biliyor. Fakat, siyasetin, Kemalist ilkelerin Cuma hutbelerine girmesi, şu dindar ve muhafazakâr geçinmeye çalışan AKP hükümeti döneminde şiddet kazandı. 12 Eylül’le birlikte hutbelere tâ Ankara’dan yapılan müdahaleyi yaşayanlar hatırlayabilirler. Fakat “din görevlileri” henüz yasakçıların labirentlerinde yeterlice eğitilmediklerinden, genellikle her imam hutbesini kendisi hazırlardı. Diyanet camiasını bu hususta zabt u rabt altına alma çalışmaları, demek zamanla yeni yeni meyveler verecekmiş. Ayrıca teşkilât samimî bir Kemalist’i de başında görünce, bidalar iyice sökün etmeye başladı... Cuma namazına erkence gidip azıcık vaaz ü nasihat dinleyeyim diyen cemaatin camilerde bomboş kürsülerle karşılaşması, artık sıradanlaşmış. Radyo veya tv’lerden daha faydalı mevzular işitecek insanların, namaz öncesinde ses düzeni fevkalâde bozuk camilerde boş kürsülere karşı oturmasına gerek var mı? “İnsanına güvenmeyen devletle belki de çoklukla camide karşılaşıyoruz. Teknolojinin ulaştığı boyutta, murakıplar bütün vaizleri bir odacıkta takip edebilirler. Dine, kanunlara veya genel örfe aykırı bir şeyi seslendireni rahatlıkla tesbit edip, tedbir alabilir. Hutbe denilince geçen Cuma’da yaşadığım bir olayı, maksadı müşahhaslaştırmak için arz edelim. Zafer Bayramı münasebetiyle, yine Türkiye’nin bütün camilerine gönderilmiş bir hutbede, zaferin M. Kemal’e mal edilmesini ve peygamberden sonra ona duâ edilerek hutbenin bitirilmesini yaşayan Müslümanlar, iç burukluklarını yüz hatlarıyla ifade ettiler. Hatta bazıları Cuma’yı kılmayarak camiyi terk ettiler. İşte bu uygulamaların giderek yaygınlaşmasından dolayı diyoruz ki, Bardakoğlu veya onu tayin eden efendiler, Cuma’ya, camiye ve cemaatimize müdahale etmesinler. Şayet Yunanlılara karşı kazandığımız zaferden dolayı kahramanlar yâd edilecekse, elbetteki M. Kemal’den ibaret değiller. Yüzlerce komutandan sadece birisinin ismini ülkenin bütün camilerinde anons etmek, millet olarak ecdadımızın manevî huzurunda başımızı öne eğdirir diye düşünüyoruz. Kaldı ki, Cuma hutbesinde bunlara lüzum var mı? Ezana gelince... Sesleri güzel olmayan bazı müezzinleri bahane ederek şehirlerde ve kasabalarda ezan-ı Muhammediyi teke indirmek, ezana saygı değil, belki ihanettir. Bir an önce çabucak halûtî ses bitsin, mânâsını çağrıştıran bu uygulama, aynı zamanda “ezan kültürünü” yok etmeye yönelik bir harekettir. Millet olarak hemen hemen her ferdin bildiği, çoğunun kıraat edebildiği ezanı koca bir şehirde bir-iki müezzine havale, hem istibdattır, hem de dine açıktan müdahaledir. Merkezî hutbeyi okutan devlet, imtihanla aldığı müezzinlerde “güzel ses” faktörünü de isteyebilir. Sesi güzel olup da okuyamayanları bu vazifeden başka vazifeye atayabilir. Avrupa’da bile her kilisenin çanı müstakil çalar. Her papaz vaazını kendisi hazırlayıp sunar. Merkezî yayın sisteminden bahsetseniz, kahkaha ile size gülerler. Doğrusu, sivil bir insiyatif ile her gün temel hak ve hürriyetlerimiz münafıkâne bir şekilde elimizden alınıyor. Hergün millet yeni oyun ile iğfal ediliyor. AKP hükümetinin dayandığı kuvveti yalnızca Kemalizm olmadığını, Bardakoğlu’nun Washington ziyaretinden anlıyoruz. Amerikalı dostları da bu uygulamalarından dolayı Bardakoğlu’nu taltif ediyorlar. Medyaya bakabilirsiniz. 04.09.2009 E-Posta: [email protected] |