Şükrü BULUT |
|
28 senelik hasret... |
“Yirmi sekiz sene” tabiri Nur Talebelerine garip çağrışımlarda bulunur. Belki de yüz senelik hadiseleri sinesine toplamış tarihî bir mânâyı... Cihan savaşlarının, ihtilâllerin, açlık ve yoklukların; tehcir, zulûm ve kıtallerin “helâket ve felâket zamanına” çevirdiği geçmiş ve gelecek asra Kur’ân’dan çare sunan Bediüzzaman’ı... Daha doğrusu çerçevesine alacağımız bütün cümlelerin ifade edemeyeceği bir hayatı yaşamış “Garibüzzamanın” Kemalist ihtilâlcilerce Van’dan Isparta’ya, oradan Barla, Eskişehir, Kastamonu, Denizli, Emirdağ ve Afyon zindan ve sürgünlerini tedaî ettiren 28 sene sözcüğünü, yine yukarıdaki mânâlara mutabık olarak arkamızda bırakmanın belki de sevinciyle şu yazıyı yazıyoruz. Üstadımızın İstanbul Gençlik Rehberi Mahkemesine teşrif ettikleri baharı andıran bir manevî baharda, yirmi sekiz senedir hasret kaldığımız “Van Mevlidini” Elhamdülillah yeniden yaşadık. Kemalizm ilkelerini şu mukaddes vatanda “sağlamlaştırmak ve ebedîleştirmek” maksadıyla işlenen 12 Eylül cinayeti, Üstadımın “memleketim-vatanım” dediği Van’a giden hasret yollarını yirmi sekiz sene mütemadiyen kapalı tuttu. 12 Eylül’ün akabinde Vanlılara “Said Nursî” sözünü yasaklamışlardı. O’nun hatırasını yâd etmeyi ağzına alanları zindanlara atmışlardı... Mevlitten iki gün önce Van’a geldiğimden, teşrif edenlerin halet-i ruhiyelerini takibe ve dünyalarını az çok tahlile imkân bulduğumuzu zannediyoruz. Üzerlerinde yolculuğun rahatsız edici eseri olmayan sıla yolcularının, hakikaten Van’da kendilerini memleketlerinde hissettiklerine şahit olduk. Şarklıların ve bilhassa Vanlıların beşuş, samimî ve mütebessim halleri yolculuğun yorgunluğunu anında izale ediyordu. Geniş mekânlara kurulan maddî-manevî sofraların zenginliği, Van’ın ayrıcalığını ortaya koyduğuna yeniden şahit olduk. Yetmiş yaşını aşmış delikanlıların şükür dolu duâları, hasretle 12 Eylül öncesi mevlitlerini yâdları ve önceki mevlitlere birlikte geldikleri bazı arkadaşlarının, şimdilik başka diyarda olmaları; gözlerde hüzün ve sürûr damlalarına dönüşüyordu. Seyda’nın yirmi sekiz senelik çilesini hatıra getiren bu sürenin ardındaki baharın bir başka müjde ile örtüşmesi, ümitlere “zafer” tadını kattı, bu senenin Van toplantısı.... Tam yüz sene önce Seyda İstanbul’da büyük badireler atlayarak geldiği vatanında; bekleyiş içindeki hemşehrilerine “müjdeler” getirmişti. Yüzlerce müjdelerin oluşturduğu “cennetî” demetinin içindeki hür müjde ile örtüşüyordu, bu mevlid. Medine-i Fazılanın mahsulü hakikî medeniyetin Şark’a ne zaman teşrif edeceğini soran Vanlılara, Bitlis, Muş, Hakkâri ve Mardinlilere “yüz sene sonra!” müjdesini vermişti. Şayet cehalet, zaruret ve ihtilâf belâları; ilim, marifet ve san'atla defedilirlerse, tam yüz sene sonra... Vanlıların başta Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Enbiya, Ashab-ı Kiram, şüheda ve hassaten Seyda’yı tahattur niyetiyle tertipledikleri mevlid-i şerif işte tam yüz sene sonraki tarihe tevafuk etmişti. 12 Eylül ve 28 Şubat ihtilâlleri yüzümüzü Şark’tan Garb’a çevirmişlerdi. Dindarlarımız bile soluğu Avrupa merkezlerinde alıyorlardı. Batının sefih merkezlerinde işleri güçleri olmadıkları halde, boş gözlerle dolaşıyorlardı. Venedik’te sandala biniyorlar, Paris’te Eyfel’e çıkıyorlardı. Amerika’ya veya Londra’ya uçmak bir ayrıcalık sayılıyordu. Yalancı şöhrete kavuşturulmuş noktalarda resimler çektirerek kendileri gibi komplekslere bürünmüş hayranlarına gösteriyorlardı. Yani bakışlarımız Van’da Mesih öncesi medeniyetlerin merkezlerinden ve ümmete manevî hayatı dağıtan kutupların diyarlarından; tarihin maddeten ve manen balâya uçtuğu diyarlardan çoktan kopmuştu. Türk milletine ve daha doğrusu İslâmî Türk kültürüne olan düşmanlıkla, Şark’taki tarihî eserler de zamanın rüzgârına terk edilmiş... Hazine aradıklarını zannedenler, mezar soyguncuları Doğu’daki tarihi tahrip etmiştir. Yüz defa Alpler’den daha garip ve celâlli olan Ararat ve Sübhan’a giden yollar kapatılmış, Roma ve Grek harabelerinden daha muhteşem ve mânâlı tarihî eserler adeta yok farz edilmiştir. Şükür Allah’a ki hasret bitti. Artık 13. Ricayı iki minare yüksekliğindeki yekpare taştan Van Kalesi’nin tepesinde oturarak okuyacağız. Van Denizi’ne nazır mağaranın üzerindeki taşlarda oturup Yunus İbni Metta’nın duâsını Seyda’nın okuduğu kadar okumaya çalışacağız. Zırvandanis ve Çoravanis’in yolları şenlenecek. Biten yalnızca bizim hasretimiz olmayacak... Erek de sevdiklerine kavuşacak... Erek’ten Cebel-i Nur’a selâm ve salât akacak. Van bayramında hasretler de karşılıklıydı. Ege’den, Marmara, Akdeniz ve Orta Anadolu’dan Van’a hasret yüküyle gelenleri, Vanlılar, hasretle kucakladılar. Bu ulvî bayramla yalnız simalar gülmüyordu, ruhların tebessümünü gözlerde görmek o kadar kolaydı ki... 01.08.2009 E-Posta: [email protected] |