Şükrü BULUT |
|
“Kürt açılımı” |
Yakın tarihimizin üzerimize boca ettiği problemlerin altında bocalayıp duruyoruz. Bilhassa, seksen sene önce istibdat ile millete mal edilmeye çalışılmış yanlışların faturasını bize ödetenler, halkı iğfal ile ek faturalar ilâve etmeye çalışıyorlar. Komünizm musîbetine uğramış milletlerde bile zulüm şu boyutlara yükselmemiştir. Halkların ana dillerini konuşmalarına yetmiş sene yasak getirilmiş bir başka coğrafya tanımıyoruz. İnsanların inandıklarını yaşamalarına ve insan olarak kendilerini ifade etmelerine bizde getirilen engellerin en katı diktatörlüklerde bile olmadığını düşündüğümüzde, ortaya atılan “Kürt açılımı,” “Alevi açılımı” veya bir başka açılım adındaki gündemlerin mahiyetini kavramaya çalışıyoruz. Çalışıyoruz diyoruz, zira belli merkezlerce “hipnotik aletlere” çevrilmiş medyanın ve bilhassa ekranların sihrinden kendimizi kurtarabildiğimiz miktarda bağımsız düşünme imkânına kavuşabiliyoruz. Ekranların muhasarası altında düşündüklerini zannedenler, papağan gibi, yalnız telkin edilenleri konuşuyorlar. İnsanî şuur ve muhakemenin kapalı olduğu bu hallerde, ikazcıya olan ihtiyacımızın şiddeti daha da artıyor. Korkuların, arzu ve beklentilerin istismarını biliyor musunuz? Yarım asır ve bazan bir asır millete istibdat ile belli korkuları enjekte edenler, dünyadaki şeffaflık ve hürriyet ortamının gelişmesi karşısında kaldırmak mecburiyetinde olacakları bir kısım baskı ve korkuları bile habis emellerine alet etmeye çalışıyorlar. Ve en ilginci de “milletin çocukları” olarak bilinen siyasî heyetleri kullanarak tahribatlarını biraz daha devam ettirmeye çalışıyorlar. Doğuda Kürtçe konuşan insanlara; “Artık Kürtçe konuşabilirsiniz, düne kadar yasakladığımız köyünüze dönebilirsiniz; Kürtçe şarkı, türkü söyleyebilirsiniz, dindarlığı terk ettikten sonra bizim gezdiğimiz sokakta dolaşabilir ve hatta gittiğimiz lokantada paranızla yemek de yiyebilirsiniz. Artık şeffaflaşan ve hürriyet ile aydınlanan şu dünyada sizin varlığınızı gizlemeye devam edemeyeceğiz” denilmek isteniyor. İşte bütün bunları rahatça konuşmaya “Kürt açılımı” diyoruz galiba… İşin bir başka ciheti, bin seneden beri Kur’ân’ın bayraktarlığını yapan bir milleti misyonundan uzaklaştırma projesinin bir ayağı olan “ırkçılığı” temelden gidermenin yolunun “İslâm ortak paydası” olduğunu bildiğimiz halde hâlâ Kürt ve Alevi açılımlarından bahsetmek, çözümü yine ıskalamak anlamına gelir. Türkiye’de “Türkçülük” yapanlar yerli olmadığı gibi, “Kürtçülük” yapanlar da yerli değil. Washington ve Paris gibi Avrupa merkezlerinde kurulan kaos enstitülerinin tekelindeki “Kürtçülüğün” Doğuda yaşayan insanımızla alâkası yok denilecek düzeydedir. Doğu kökenli bazı okumuş gençlerin Marksizm köprüsünden geçerek Kürtçü takılmaları bahsimizden hariçtir. Hükümetin başka isimler taktığı, ama medyanın ısrarla “Kürt açılımı” dediği projeden ne anlaşılması gerektiğini, takip edebildiğimiz kadarıyla ne Beşir Bey, ne de Tayyip Bey anlatabilmiş değil. Hükümet 12 Eylül öncesinin noktalarına da ulaşabilmiş değil. Çözüme dair temel prensiplerin hiç konuşulmadığı “açılımlar”ın hikmetini önümüzdeki zamanlarda anlayacağız. “Türkçülük” üzerine bina edilen Kemalizmin üzerimize boca ettiği sıkıntıların hiçbirini konuşmadan “Kürt açılımını” gündeme getirmenin arkasında neler yattığını da... 19.08.2009 E-Posta: [email protected] |