Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Süreci yönetmek |
Konu, Apo’nun 15 Ağustos’ta açıklayacağı duyurulan, ama o gün geldiğinde hava muhalefeti veya “Devlet el koydu” gibi gerekçelerle ertelenen ve iki gün sonra terör örgütünün “haber ajansı” kaynak gösterilerek medyaya akseden “proje”siyle irtibatlandırıldığı için, “hükümetin Kürt açılımı” diye adlandırıldı. Olay bu şekilde gündeme geldikten sonra İçişleri Bakanının “demokratik açılım” eksenli bir açıklama yapıp, ardından çalıştaylar, toplantılar, ziyaretler, temaslar dizisiyle işe koyulması, sanki inisiyatifi Apo’ya kaptırmama niyetinin bir neticesiymiş gibi algılandı. Bu da daha işin başında sürece gölge düşürdü ve başarı şansını azalttı. Gerçi İçişleri Bakanının koordinatörlüğünde yürütülecek çalışmanın ilk sinyalini Başbakan 24 Temmuz’daki açıklamasıyla verdi, ama orada da konu yine Apo’nun 15 Ağustos’ta yapacağı söylenen “çıkış”la ilgili soru üzerine gündeme geldi. Yani, ortada bir “zamanlama” sorunu var. Onun için, MGK görevlendirmesiyle başlatıldığı söylenen süreç, İmralı’yı da gözden kaçırmamaya çalışan nazarlarla takip ediliyor. Ve Apo’nun mesajları da gündemde yer bulabiliyor. Bunlar, farklı medya organlarının bakış açılarına göre değişiklik arz eden sunumlarla takdim edilirken, kimisi “Federasyondan da vazgeçti” ifadesini tercih ediyor, kimisi ise “Kürtler için özel savunma gücü istedi” mesajını öne çıkarıyor. Apo’nun “Cumhuriyet demokratikleşecek, M. Kemal’den sonraki ikinci tarihî atılımını yapacak” gibi süslü lâfların arasına sıkıştırdığı “Kürtler kendi sporunu, eğitimini, dinî örgütlenmelerini, meclisini, belediyelerini kendileri yapacak. Hattâ kendi öz savunmaları bile olacak” ifadeleri de, açılımı engellemek için yine “bölünme” korkusunu pompalayanların ekmeğine yağ sürüyor.
Bu Meclis açılım yapabilir mi? “Fethullah Gülen’e sıcak yaklaşım” faslı da işin “sos”u oluyor ve “mürteci-bölücü ittifakı” senaristlerine, hayli zamandır arayıp da bulamadıkları cinsten gayet elverişli bir malzeme veriyor. (DTP’lilerin “İmralı’yı ve PKK’yı dışlayan bir çözümde yokuz” söylemleri de işin tuzu biberi.) “Biz bu açılımla devletin projesini yürütüyoruz, onunla meşgulüz, muhatabımız da millettir” diyen İçişleri Bakanının, İmralı çıkışlı mesajları kaale almayan, ama en azından belli kesimlerce beklenen tepkiyi de içermeyen açıklamaları, dahası sanki Apo’yu da dahil eden bir üslûpla yaptığı “Herkes provokatif düşünce ve tavırlardan kaçınmalı” çağrısı, devam ettirilmek istenen süreci yeni sıkıntılarla karşı karşıya getirebilir. Dahası, bu durum, şu soruyu da akla getiriyor: Acaba bu açılım kamuoyuna deklare edilmeden, sessiz temaslarla belli bir seviye ve olgunluğa erişinceye kadar sürdürülüp, ondan sonra aleniyete dökülseydi daha isabetli olmaz mıydı? Çünkü konu çok kritik ve duyarlı. Provoke edilmeye müsait hassasiyetler çok fazla. Tuzak ve mayınlarla dolu bir alan. Bu şartlar içinde başlatılacak bir sürecin yönetilebilmesi çok zor. Elbette ki, ideal olan, herşeyin açıklık ve şeffaflık içinde cereyan etmesi. Ama çözümün tahrik ve provokasyon tuzaklarına kurban edilmemesi ve kamuoyunun olumlu istikamette hazırlanması adına, çalışmaların geçici bir süre için “sessiz temaslar” şeklinde yürütülmesi anlayışla karşılabilir. Yeter ki, bu ön çalışmalar en kısa zamanda tamamlanarak, ulaşılan sonuçlar yine açık bir şekilde kamuoyunun tasvibine sunulsun. Başbakanın tam da bugünlerde azınlık cemaatlerinin temsilcileriyle buluşması, sanırız, sözü edilen açılımın “Kürt meselesi”yle sınırlı olmayıp, azınlık haklarını da içine alan geniş kapsamlı bir proje olduğu mesajını vermeyi amaçlıyor. Ama orada da, “Kürt açılımı”na milliyetçi-devletçi tepkiler veren adresleri tahrik edecek patrikhane ve ruhban okulu gibi “dikenli” konular var. Türkiye’nin ihtiyacı elbette ki topyekûn bir açılım; ama önce anayasanın yenilenmesini gerektiren böyle bir açılımı bu Meclis yapabilir mi? 19.08.2009 E-Posta: [email protected] |