Osman ZENGİN |
|
On sene önceydi… |
Türkiye; her zaman, her an olabilecek bir deprem kuşağının üzerindedir. Yıllardır bu aziz vatan toprakları üzerinde deprem; hep olmuştur, olacaktır. Ama, genelde bilinen şey, depremlerin bir-iki vilâyet sınırları içerisinde olduğudur. Bundan on sene önce meydana gelen ve çokları tarafından “kıyamet-i suğra” tâbir edilen, adeta bir küçük kıyamet olan Marmara bölgesi, Gölcük merkezli, ama en az altı vilayeti sarsan, Anadolu’nun tâ ortasındaki vilayetlerde dahi hissedilen büyük depremin üzerinden, işte bunca yıl geçmiştir. Depremler; bir âfettir, maddî sebeplerini yaratan Allah’ın insanlara bir ikazıdır. Tıpkı geçmiş asırlardaki kavimlerin, insanların; yaptıkları yanlışlık ve ahlâksızlıklardan dolayı başlarına gelen diğer âfetler gibi. Biz, elbette inancımıza göre bunu böyle biliyor ve böyle söylüyoruz. (Ayrıca, o günlerde bunu ifade eden Mehmet Kutlular’ın çektiklerini de hepimiz biliyoruz). O büyük depremden önce vatanın, milletin üzerini kaplayan kara bulutlardan; böyle, bu derecede olmasa da, bir âfâtın geleceğini hissediyorduk. Yakınlarımıza da bunu ihsas ediyorduk. 28 Şubat hadise-i hainânesi yeni olmuş ve onun millet üzerindeki baskıları dayanılmaz hâl almıştı. Yapılan bu zulmün neticesi ve ahlâksızlığın sınır tanımayan seviyelere çıkması üzerine eşe-dosta diyorduk ki, “Allah muhafaza ama, bu hallerin neticesinde bir âfâta dûçâr kalmayız İnşaallah!” Ama görünen köy, yağmur öncesi toplanan kara bulutlar, başka kılavuz istemeyecek kadar bunun maalesef bir habercisiydi. Tabiî, tahmin edilenin üzerinde bir âfâtla karşılaşmıştık. Marmara bölgesi yıkılmıştı. Bizzat hadiseyi iliklerine kadar hissederek yaşayan biri olarak, bunu müşahede etmiştik. Bu müşahedemizin bir kısım akislerini de, geçen sene gazetemizde ifade etmiştik. Acâib bir şey olmuştu. Öyle zannediyorum ki, o gecede ölenlerin çoğu kıyametin koptuğunu zannetmiştir. Biz bunu öyle telâkki etmiştik çünkü. Deprem oluyor; mal, can, her şey gidiyor, fakat ortada derme-çatma, milleti temsil etmeyen acâib ve garip bir hükümet olduğundan, insanların yardımına anında müdahil olamıyor, ancak seyrediyordu. Milletimin âfâta duçar olanlarına, diğer fertleri anında müdahele edip, yardımına koşuyor, ama kendisi bunu beceremeyen aciz hükümet, üstelik bir de bunlara mani oluyordu. Neymiş? Bu yardıma koşanların çoğu irticacıymış, sonra bir anda millet, memleket irticacı olurmuş! (Tabiî, işin doğrusu mürteci kelimesiyle ifade edilir ama, bunlar onu ifade edemediğinden böyle söylüyorlar). Yahu, adamların düşüncesine bakın! Tam bir komedi. Kasap et, koyun can derdinde diye buna derler her halde. Millete ihanet tuzaklarını peşpeşe kuran mihrakların, o gece yine hain planlar için toplandığı ve atv tv haber spikeri Ali Kırca’nın heyecan ve hararetle “Evet sayın seyirciler Gölcük’teyiz! Depremin merkez üssünün olduğu Gölcük’te” diye, milyonlara canlı yayında ilân ve ifşa ettiği Gölcük. Hem de Donanma Komutanlığını işaret ederek, tam yeri de belirtiyordu. Ona bir şey yok, ama başka biri depremin merkezinin orası olduğunu söyleyince, hemen der-dest edildiğini de unutmadık. Kader-i İlâhî, hiç aklımızın köşesinden geçmemesine rağmen, depremden altı sene sonra bizi, o beldelerden birine, Yalova’ya sürüklemişti. Hem de sahilde, güya depremde ölenlerin hatırasına yapıldığı söylenen ve bizim inancımızla tezat bir durum sergileyen “deprem anıtı”nın hemen karşısında oturduk iki sene. Yeni taşındığımızda, ezan sesinin duyulmadığını söyledik müftülük makamına. Oraya hiç olmazsa, en azından bir hoparlör koyup, ezan sesinin duyulmasını söylediğimizde, müftü vekili çok güzel bir şey söyledi: “Bu mermer yığını yapıldığı zaman o zamanki belediye başkanına, oraya ölenlerin de hatırasına ve gelen geçenin de Fatiha okuması için, küçük de olsa güzel bir mescid yapılmasının daha münasip olacağını söyledim. Başkan da, ‘Evet hocam iyi olurmuştu ama, hiç düşünemedik’ demişti bana” diye ifade etmişti. Gerçekten orayı bilenler bilir, bir mescid ihtiyacı var. Her sene 17 Ağustos’ta orada dinî merasim yapılıyor. Halbuki, mescidde yapılsa bu merasim, daha iyi olur. Üstelik, özellikle yaz mevsiminde oraya gelen yüzlerce Arap turistler için de iyi bir turizm hizmeti olur. Çünkü, orada namaz ihtiyaçları için çimenler üzerinde namaz kılıyorlar. Aslında Türkiye için utanılacak bir durum bu. Diğer turistlerin her türlü ihtiyacı için seferber olan devletlülerimiz bunun için de bir mescid yapması lâzım. Özellikle o dönemde belediye başkanı olan ve sonradan başkanlıktan ayrılan, ama şimdi yeniden başkan olan Yakup Koçal dostumuza da bunu hatırlatırız. Evet, 17 Ağustos 1999 depreminin sene-i devriyesinde yine duramadık, bir şeyler yazdık. Cenâb-ı Hak, bu aziz millete, daha böyle âfâtlar vermesin! Ve özellikle de, Cenâb-ı Hakk’ın gadabını celbedecek hallerden, bu aziz milletimizi muhafaza etmesini ve o gün ölenler için tekrar rahmet dileriz. 17.08.2009 E-Posta: [email protected] |