Osman ZENGİN |
|
Ak sakallı, tunç iradeli Hasan Ağabeyim |
Çoktandır taziye yazısı yazmıyordum. Çünkü hukukumuzun olduğu dostlarımızdan ahiret âlemine giden pek yoktu yakın zamanda. Bazen insan böyle yazıları yazarken, nutkunun tutulduğunu, elinin, kaleminin işlemediğini fark ediyor. Ama ne yaparsın ki, bu da bizim rahmetli olanlara son vazifelerimizden biri oluyor işte. Onu ya’d etmek, hatırlamak, hatırlatmak da, onun arkasından yapılan bir duâ makamında oluyor. Zaten başta rahmetli annem olmak üzere birçok ahbabımızın vefat ayı olan bu Temmuz ayı gelince içimiz hep sızlar. İşte bu ayın son günü tam kahvaltı esnasında telefonuma mesaj geldi. ”Hayırdır” diye baktığımda Bursa’mızın “Yeni Asya Derneği” ibaresini görünce hanıma, ”Eyvah” dedim, “her halde yine bir cenaze haberi galiba.” Mesajın metnini okuyunca da boğazım düğümlendi. Balıkesir’den Hasan Aktunç Ağabeyin vefat haberinin mesajıydı bu. Artık gözyaşları, hatıralar vs. arasında bihuş olduk. Telefonla aradığım, kendisi gibi bu dâvânın çilekeşi olan hanımı Beyhan Abladan durumu öğrendik. Hasan Aktunç Ağabey Nur’un bir kahramanı, çilekeş, hamiyetperver, fedakâr, dâvâsının tunç iradeli ve son zamanlarda da bıraktığı sakalıyla, ak sakallı bir neferiydi. Risâle-i Nur’la müşerref olduktan ve Yeni Asya gazetesini de okumaya başladıktan sonra, kırk yıla yakın bir muarefemiz var onunla. Özellikle gazetemizde “Kırkpınarlı Hasan” müstear ismiyle tefrika edilen maruf pehlivan tefrikalarının yazarıydı. Uzaktan ve gıyaben tanıyorduk onu. Yakinen ve yüz yüze tanışmamız, samimiyet peyda etmemiz ise, 1985 senesinde Balıkesir’e tayinimizden sonra oldu. Tayin evraklarını alıp Ankara’dan mavi trenle hareket etmeden önce damadı ve baba tarafımdan da hemşehrim olan, eskiden milletvekilliği de yapmış olan Recep Özel’le görüştük. O da bana ne zaman gideceğimi sordu, Hasan Ağabeye emanet yollayacağını söyleyerek gara geldi. Orada bana hem emanetleri verdi Receb Ağabey, hem de “Osman kardeş, iyi ki sen Balıkesir’e gidiyorsun. Orada kayınpeder de dahil, hizmeti götüren Ağabeyler biraz yaşlı, talebelerle uğraşmaları zor oluyor, biraz gevşeklik var, sen İnşaallah orayı da halledersin” dedi. Biz de elimizde olmayan, ancak istihdam-ı İlâhî ile yapabileceğimiz ne varsa yapabileceğimizi söyleyerek Balıkesir yolculuğuna çıktık. Balıkesir’e gidince, doğru Yeni Asya bürosunu bulduk. Büroya Hasan Ağabey bakıyordu. Birbirimizi hiç görmememize, gıyaben tanışmamıza rağmen kırk yıllık dost gibi sarılıp halleştik. Nüktedan ve fıkra dağarcığı geniş bir Ağabeyimizdi. Bir araya gelindiğinde, ortadaki mevzu ile alâkalı muhakkak bir fıkra anlatır, bizleri güldürürdü. Yalnız bir zaafı vardı, daha fıkrayı anlatmaya başlarken kendisi gülmeye başlar, gülerek anlatırdı fıkrayı. Biz de çok samimî olduğumuzdan ve çokça da ona takıldığımızdan, "Ya Hasan Ağabey, sen bir dur, önce biz gülelim, sonra sen” diye lâtife yapardık. Onun fıkralarının çoğu yaşanan hayattan geliyordu. Recep Özel kendisine damat olduktan sonra, milletvekili olması hasebiyle tanındığından olacak ki, Hasan Ağabeyin de bulunduğu bir dost meclisinde tanışma faslı olurken, birisi Hasan Ağabeyi tanıtırken "Bu da Hasan Aktunç Ağabey, Recep Özel’in kayınpederi” deyince, Hasan Ağabey birdenbire atılıyor, “Recep daha dünkü çocuk ya. Receb Bey Hasan Ağabeyin damadı demiyorsunuz da niye böyle söylüyorsunuz?” demişti. Geçtiğimiz sene Bursa’dan bir grup arkadaş Balıkesir’e sohbet için gittiğimizde, dönüşte Hasan Ağabeyi de bizim arabaya almıştık ve bunu yolda anlattırdım, yine aynı şekilde anlattı, biz de gülüştük. Büyük kızım 3-4 yaşlarındaydı, ona Can Kardeş dergisi alırdık. Daha okuma-yazma bilmediği için açar, resimlere bakar, kendi kendine yorumlarda bulunurdu. Dergileri almak için büroya gittiğimizde Hasan Ağabey onu çok severdi. Hasan Ağabeyin adını “pamuk dede” koymuştu. Yanına gittiğimde, bazen oradaki “Hasan baba çarşısına” kinaye olarak, ”Hasan baba nasılsın?” derdim. Birbirimizi çok severdik, şakalaşır, muhabbet ederdik. Bazen pehlivan tefrikalarını niye yazmadığını sorar ve ”Hasan Ağabey, nasıl yazıyordun onları, sen pehlivan mısın?” deyince gülerdi. “Ya Osman kardeş, pehlivan tefrikaları biraz avcıların hikâyesine benzer, bazı şeyleri bildikten sonra gerisini dolduruyorsun, işte biraz da salla, olur sana tefrika” derdi. Kendisiyle manevî alanda meslektaş olduğumuz gibi, dünya işinde de meslektaştık. O da makine mühendisiydi. Karayollarından emekli olmuştu. 12 Mart 1971 hareket-i hainanesinden sonra, bir grup arkadaşıyla Risâle-i Nur okurken bir baskın neticesi yakalanıp, bir müddet İzmir Sıkıyönetim Mahkemesinde muhakeme olup hapis yatmışlardı. İçlerinde rahmetli Bekir Berk Ağabey, Fethullah Gülen Hoca da bulunuyordu. Hapishane maceralarını anlatır, yine bazı yerlerde bizi güldürürdü. Geçenlerde birkaç defa kendisine söyledim bu hatıraları yazmasını. Gazeteye gönderdiğini söylemişti. Balıkesir’den ayrılalı 20 sene olmuştu, ama irtibatımız hiç kesilmemişti. Özellilikle son zamanlarda sık görüşüyorduk. Her aramamızda hem benim, hem de Fatma Nur’un yazılarını okuduklarını ve hep bizleri hatırladıklarını söylerdi. En son daha on gün önce Mi’rac Kandili münasebetiyle aramıştım. Ayvalık’ta yazlıkta olduklarını söylemiş, bizi de dâvet etmişti. Ah, koca Hasan Ağabey! Seninle beraber olduğumuz o kadar çok hatıra var ki, hangisini yazacağımı şaşırmış bir vaziyette, acele ile işte bazı şeyleri yazabildim. 80 yaşında aramızdan ayrıldın ve ben, okuyamadığın bu yazımla sana Rabbimden rahmetler diliyorum. Beyhan Ablamıza, Muammer, Nurdan ve Mustafa kardeşlerime, Receb Ağabey ve diğer akrabalarına da sabr-ı cemil niyaz ediyor, taziyetlerimi bildiriyorum. Rabbim makamını Cennet, kabrini pür nur eylesin İnşaallah. Peygamber-i Zişan ve çileli dâvânın Üstadı “Şöyle yakınımıza gel Hasan!” desinler sana! 02.08.2009 E-Posta: [email protected] |