Ali OKTAY |
|
Ramazan geldi hoş geldi... |
Rabbimize hadsiz şükürler olsun ki yine bir Ramazan ayına daha sağlıkla ve huzurla kavuşuverdik. Rahmet ayı, duâ ayı olan Ramazan’da elbette karşılıklı olarak duâ edip duâ bekliyoruz. Müzik kültürümüzde, Ramazan geldiğinde ilk on gün, hoş geldin ilâhileri ile karşılanır bu mübarek ay. Onlardan biri ile bizde hoş geldin diyelim Şehr-i Ramazan’a: Donandı her yer kandiller ile Doldu camiler efendim mü’minler ile Zikrü tesbihler saf diller ile Sana eylerler efendim Şehr-i Ramazan Hoş safa geldin efendim Şehr-i Ramazan…
««« İki minare arasında ışıktan harfler: Mahyalar
Ramazan’a özel bir başka güzellik de mahyalardır. Camilerin iki minaresi arasına ampullerle yazılan yazılar bambaşka bir hava katar bu aya. Farsça “mahiye”den geldiği söylenen mahya, iki minare arasına gerilen bir halattan küçük kandiller—şimdi ampuller—sarkıtılarak yapılırmış. İlk mahyanın Sultanahmet Camiine kurulduğu söylenir. Zamanla öyle rağbet görür ki Üsküdar halkının da istemesi üzerine Mihrimah Camiine bir minare daha eklenerek buraya da mahya kurulur. Hatta Mısır’dan dahi böyle bir talep gelince Süleymaniye başmahyacısı Mısır’a gider. Ancak minarelerin arası yeterince açık olmadığından kurulamaz. Mahyacılar, Ramazanın ilk on beş günü yazılı son on beş günü ise resimli mahyalar kurarmış. Önceleri mahyalar “Ya şehr-i Ramazan”, “Maşallah”, “Elhamdülillah”, “Bismillah”, “Şefaat” gibi yazılırken 1921 Ramazanından itibaren “Yaşasın İstiklâliyet”, “Tayyareyi unutma”, “İsraftan kaçın”, “İçki aile düşmanıdır” gibi sosyal muhtevalı yazılarda yazılmaya başlanmıştır. Geçmiş yıllarda bir gazetede eskiden camilerde kullanılan mahya takımlarının çürümüş halde olduğunu okumuştum. Süleymaniye Camiinde bir mahya odası olduğu, bu odada eskiden kullanılan mahyaların artık çürüdüğü, bakımsızlıktan kullanılamaz durumda bulunduğu belirtiliyordu. Acaba cami görevlileri veya müftülük yetkilileri bir camide de olsa eskiden yağ kandilleriyle yapılan bu mahya geleneğini tekrar canlandıramazlar mı?
««« Davulun sesi hoş gelir; hele sahurda ...
Geçen hafta gazetelerde Çankaya Belediyesi’nin artık sahurlarda davulcuların dolaşmasını yasakladığı haberi yer alıyordu. Bu, Ramazana ait güzel âdetlerden birinin daha artık o ilçede yaşanamayacağı anlamı taşıyordu. Hoş gitgide zaten bu adet pek çok yerde uygulanmaz olmaya başladı. Özellikle Yahya Kemal’in tabiriyle “Ezansız Semtlerde” davulun sesi uzaktan gelir oldu. Eminim benim gibi, sizin de çocuk dünyanızda Ramazan; sahur, teravih, iftar kadar biraz da sahura davul sesi ile uyanmaktır. Sonra bayramda davulcuların ev ev dolaşarak, pencerenizin altına yaklaşıp davulunun güm gümlerine manilerini de ekleyip bahşişlerini beklemeleri, gecikirseniz ısrarlı gümlemelerine devam etmeleridir. Bu vesileyle davul sesi ve Ramazanlara dair yazılmış güzel yazılardan birine kısaca yer vermek istiyorum. Aşağıda okuyacağınız alıntı Halit Fahri Ozansoy’un çocukluğunun Ramazanlarını anlattığı 1930 tarihli bir yazıdan: “Ah! Nasıl yüreklere tatlı bir zevk kulaklara hoş bir heyecan verirdi davulun sesi, ilk Ramazan akşamı! Evlerde çocuklar sevinç içinde sokağa fırlarlardı. Ramazan, sokaktan geçen davul gümbürtüleri ile Müslümanları vecde getiriyordu. Bekçi şimdi sokağın başında durmuş, çocuklar “Ramazan geldi hoş geldi” diye sevinçli haykırışlarla etrafında toplanmıştır. Bu gece sahura kadar hemen hemen hiç uyunmayacak, Ramazanın gelişi neşesi ile büyükler arasında fıkralar, içeride büyükannenin odasında da çocuklara belki yüz kere dinledikleri Keloğlan ve Zümrüdüanka masalları anlatılacaktır. Bekçinin davulu sahur vakti bir kere daha gümler. Bir süre sonra sahur topu atılır ve artık ertesi akşama kadar ne bir lokma bir şey, ne bir damla su. Oruç her şeyden kutsaldır.”
««« Osmanlı da Semai Kahveleri
Eskİden direkler arası eğlenceleri meşhurmuş. Şimdi de Sultanahmet’e, Eyüp’e, Feshane’ye gitmek, eğlenmek, gezmek. Zaman içerisinde değişimle birlikte halk da kendi eğlence mekânlarını ve tarzlarını buluyor. Eski Ramazanlar denince eğlence kültürü bakımından Osmanlı’da Ramazanlarda semai kahvelerinin ayrı bir yeri var imiş. Özellikle İstanbul’da Aksaray, Beyazıt, Balat, Eyüp, Karagümrük, Üsküdar gibi semtlerde bulunan bu kahvehaneler 1. Dünya Savaşı ile birlikte ortadan kaybolmuşlardır. Tarihçi Reşat Ekrem Koçu, bu kahvelerin tavanına elvan kâğıttan güller, zincirler yapıldığını, bir köşede çalgı yeri hazırlandığını, çalgıcıların sazlarını bu duvara astıklarını anlatır. Arefe günü akşamı kahvedeki bütün iskemleler ve masalar kaldırılıp yerine küçük hasır iskemleler konulurmuş. Semai Kahvelerine pek çok tabakadan İstanbullu gelmekle beraber baş müşterilerinin tulumbacılar (o dönemin itfaiyecileri) olduğunu yazar. Semai Kahveleri normal mahalle kahvelerine göre 4 kat daha pahalı imiş. Darbuka, zilli maşa, klarnet, ve çifte naradan oluşan bir musıkî heyeti zaman zaman çalarmış. Kahvenin çığırtkanı bir semai veya divan okuyarak bir ay boyunca sürecek faslı başlatırmış. Kendisi de bir semai kahvesi işletmiş olan Üsküdarlı Vasıf Hoca “Çok genç çocuklar olmamak şartıyla isteyen her sınıf halkın gelebildiğini, kibar kimselerden, devlet adamlarından gelenlerinde çok olduğunu, bunların bir köşede dikkat çekmeyecek şekilde oturup arifane bir tarzda okuyanları dikkatle ve takdirle dinlediklerini” anlatır. Semai Kahvelerinin son ve ünlü temsilcilerinden Zeytin- burnulu Zil İzzet’in 1910 yılındaki vefatına kadar, Beşiktaş’taki kahvesinde musıkî fasıllarını bizzat yönettiği, Ramazan boyunca bir okuduğu ilâhiyi bir daha okumadığı anlatılır.
Dâvetlisiniz...
İnşallah yarın akşam iftar öncesi Kanal A’da sevgili Ertuğrul Erkişi’nin konuğu olacağız. Aynı akşam 21:00–22:00 arası ise Dünya Radyo’dayız. Ramazan, dinî müziğimiz, ilâhiler ve güzel bir sohbet için sizleri de bekliyoruz. 5 Eylül Cumartesi akşamı iftar sonrası ise, güzel şehrimiz Gaziantep’in Şahinbey İlçesinde Belediye Başkanlığı’nca düzenlenen ve canlı olarak ilâhilerimizi seslendireceğimiz konser programımız olacak. Gaziantepli okurlarımız ve dinleyicilerimizi de bu vesileyle dâvet ediyoruz. 28.08.2009 E-Posta: alioktay@alioktay. net |