Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Kalplere ve akıllara hitap |
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, iki ay önce terörizmle mücadele konulu bir toplantıda yaptığı konuşmada son derece önemli şöyle bir tesbite yer vermişti: “Terörizmle mücadele insan merkezli bir süreç olmalı; bu süreçte insanların kalplerine ve akıllarına hitap edilmelidir.” (Hürriyet, 23.6.09) Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri bu. Açılım, çözüm, tarihî fırsat gibi ifadelerle etrafında dolanılan formülün de asıl püf noktası. Meseleleri çözüp huzura kavuşmanın yolu, insanların kalplerine ve akıllarına hitap edebilen bir üslûp ve dili yakalayabilmekten geçiyor. Kalplere hitap edip gönülleri kazanmanın şartı samimî bir sevgi ve şefkat, akılları ikna etmenin gereği ise her fikrin serbestçe dile getirilip tartışılabildiği hür tartışma zeminlerinde sağlam delillere dayalı inandırıcı izahlar ortaya koymak. Bir de, akıl-kalp ekseninde, birbirini tamamlar nitelikte izhar edilecek tavır ve yaklaşımları uygulamaya yansıtmak ve bunlarla çelişen eylem ve icraatları en kısa zamanda nihayete erdirmek. Bu bağlamda askerin uygulamalarına bakılacak olursa, bir süredir dikkate değer arayış ve yönelişlerin söz konusu olduğunu görebiliyoruz. Meselâ Özkök’ün komutanlık döneminde askerî birliklere gönderilen bir talimatnamede, halkla daha yakın temas kurmak için, vefatlarda taziye ziyaretlerine gidilmesi ve bayram namazlarına iştirak edilmesi gibi tavsiyeler yer alıyordu. Bilindiği üzere, Türkiye’de rütbeli subayların camiye gidip halkla beraber namaz kılması, hayli zamandır çok etkili bir şekilde estirilen “laikçi terör” baskısı sonucu imkânsız hale getirilmişti. (Yine Özkök’ün geçtiğimiz günlerdeki bir beyanında “Halkımızın inançları kuvvetlidir. Ona büyük saygı duymak lâzım. İnananlarla asla alay etmememiz gerekir” dedikten sonra, Türkiye’de yeni bir sıkıntının başladığını ifade ederek “Herkes inancını, ibadetini saklar oldu. Hacı, hoca demek küçümseme sözcükleri oldu” şikâyetinde bulunması, bu bakış tarzının agresifleştiği bir aşamayı ifade ediyor. {F. Bila, Milliyet, 19.8.09})
Osmanlıdan cumhuriyete paşalar Bunun tipik örneklerinden biri, Kara Kuvvetleri eski Komutanlarından Muhittin Fisunoğlu’nun “Bir generalin Cuma namazına gitmesi bizde doğal karşılanmaz” deyip, kendisinin görevdeyken de, dışarıdayken de Cuma’ya gitmediğini söylemesi, “Kılarsam emekli olunca kılarım” demesi ve bunu “Atatürkçü ve laik düşünceli insanlarız” diye açıklamasıydı. (Nuriye Akman, Sabah, 1.12. 1997; Zulüm Devam Etmez kitabımız, s. 278-9) Tarihimize şan ve şeref levhaları yazdırmış kahraman Osmanlı paşaları aynı zamanda dindarlıklarıyla temayüz etmiş ve bu vasıflarını, adlarını taşıyan çok sayıda tarihî cami ile tescil ettirmişken, cumhuriyet dönemi generallerine ârız olan bu çok tuhaf ve anlaşılmaz kompleks, cami avlularındaki cenaze törenlerinde namaza iştirak etmeden kenarda bekleyen subay manzaraları gibi son derece abes görüntülere yol açtı. Cemaate karışıp onlarla birlikte saf tutmayı, namaz kılmayı, duâ etmeyi laikliğe aykırı sayan bu garip zihniyet, neyse ki zaman içinde aşılmaya başlandı. Ama alınacak daha çok mesafe var. Geçirdiği rahatsızlık sonrası istirahat ve iyileşme sürecinde olduğunu öğrendiğimiz ve hayırlı, âcil şifalar dilediğimiz değerli ASDER Başkanı, E. Tuğg. Adnan Tanrıverdi, muvazzafken bu kalıbı kırabilen ender komutanlardan biriydi. Ve Güneydoğu’da görev yaptığı esnada, üniformasıyla camiye gidip birlikte namaz kıldığı cemaat, kendisini büyük bir sevgiyle bağrına basmıştı. Said Nursî’nin deyişiyle, bizim insanımız “namazsız da kalsa, hattâ fâsık da olsa,” yine başındakileri dindar görmek ister. (Tarihçe, s. 221) Onun için, TSK’nın dindar personelini “irtica” gerekçesiyle ihraç etmek bir tarafa, halkla kaynaşıp kucaklaşmasını sağlayacak en kıymetli elemanlar olarak el üstünde tutmalı. Kalplere hitap edip, gönülleri kazanmanın şartlarından biri bu. 28.08.2009 E-Posta: [email protected] |