Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Asıl olan, ikna |
Bediüzzaman’ın millî mücadele devam ederken gittiği Ankara’da Birinci Meclisten, Van'da temelini attığı, ama savaş yüzünden yarım kalan üniversite projesi için destek ve tahsisat talebinde bulunması üzerine itiraz eden meb’uslarla diyaloğunda ve aktardığı anekdotta üzerinde durulması gereken en dikkat çekici noktalardan biri, tartışma üslûbundaki seviye. İtiraz edenlerin “dine çok lâkayd, Batılılaşma ve geleneklerden tamamen sıyrılma taraftarı” olduklarını söylüyor Üstad, ama onları “dinsizsiniz, zındıksınız” diye suçlamıyor, iknayı esas alan medenî bir üslûp kullanıyor ve ikna ediyor. “Farz-ı muhal” kaydı koyarak, kendi hayatlarında dine hiçbir cihetle ihtiyaç duymasalar dahi onları bu yanlış nokta-i nazarlarıyla kabul edip, “garplılaşmak namıyla an’ane-i İslâmiyeyi bıraksanız ve lâdinî bir esas yapsanız bile” diyor; doğu vilâyetlerinde millet, vatan selâmeti için dine ve İslâmiyetin hakikatlerine taraftar olmanın, onlar için de “lâzım ve elzem” olduğunu vurguluyor. Çünkü peygamberlerin çoğunun Asya ve doğuda, filozofların da batıda gelmeleri işaret ediyor ki, Asya’yı gerçek anlamda kalkındıracak dinamik fen ve felsefeden ziyade din duygusudur. Üstad bu fıtrî kanunu hatırlatıp, evvelce dindar bir Türkü fâsık kardeşine tercih ederken, bilâhare Türkçü muallimlere tepki olarak dinsiz bir Kürdü dindar bir Türke tercih eder hale gelen talebesini birkaç sohbette nasıl kurtardığını anlattıktan sonra iki meb’us itirazdan vazgeçiyor. Ve modern fenleri dinî ilimlerle kaynaştırarak öğretecek üniversite projesine destek veriyorlar. Bugün kendilerini “modern ve çağdaş” addedenlerin, o dönemde batılılaşma, çağdaşlaşma ve modernleşme sürecinin öncüleri konumunda oldukları halde Üstadı dinledikten sonra ikna olan o iki meb’ustan alacakları önemli dersler var. Hâlâ Said Nursî’yi dinlemez, onun dinle fennin birlikte okutulacağı üniversite projesine dudak bükmeye devam ederlerse, takipçisi olduklarını iddia ettikleri öncülerin fersah fersah gerisinde bir bağnazlık içinde olduklarını gösterirler.
Kurtarıcı sohbetlere ihtiyaç var Aktardığımız bu tarihî ve ilginç anekdotun, Üstad tarafından birkaç sohbette ikna edilen Kürt talebeyle ilgili boyutu da çok dikkat çekici. Orada da yanlışa sapan genç, “Yoldan çıkmışsın” denilerek dışlanmıyor, suçlanmıyor, “yola gelmesi” için ikaz ve ihtar edilmiyor; ikna yoluyla tekrar kazanılmasına çalışılıyor. Ve bunun için bir defalık bir görüşme ile yetinilmiyor, “birkaç sohbet” yapılıyor ve ondan sonra talebe, tepki psikolojisiyle içine sürüklendiği yanlıştan kurtarılarak, tekrar istikametli tavrına döndürülüyor. Bu sohbetlerin detaylarında, davranış bilimcilerin, psikologların, pedagogların çalışma alanına giren önemli prensiplerin tatbiki söz konusu. Bugün şu veya bu sebeple dağa çıkıp terör örgütüne katılan veya yerleşim yerlerinde sempatizanı olan insanların her birinin böyle kurtarıcı sohbetlere ihtiyacı var. Şefkatle, anlayışla, gönülleri kazanmayı hedefleyen kucaklayıcı tavırlarla ve ikna edici izahlarla yapılacak sohbetlere. Öldürmenin çözüm olmadığı, bu fitne yüzünden 40 bin can kaybetmiş olmamıza rağmen terörün hâlâ bitirilememiş olmasıyla da sabit. Ve bu, hadisenin genel bilânçosu olarak önümüzde. O genel tablodaki kayıplar hanesini dolduran her bir vak’a ise, başlı başına yürek yakan trajedilerle dolu. Zübeyir Gündüzalp’in “Teessür ve ıztırap karşısında kalpten bir parça kopsaydı, ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince param parça olması gerekirdi” sözüyle ifade ettiği müthiş gerçeğin, hayatlarının baharında kendilerini dinsiz teröre adayıp kurban eden her bir gençteki yansımaları ve bunların genişleyen halkalar halinde aile efradında yol açtığı derin acılar hangi tarife sığar ki? Öldürmek için büyük masraflarla harcanan emek, ekonomik açıdan sıfır maliyetli kurtarıcı sohbetlere verilseydi bu hallere gelinir miydi? 27.08.2009 E-Posta: [email protected] |