Suna DURMAZ |
|
Kur’ân-ı Kerim Yahudi iddialarına cevap veriyor |
İsrail’in Temeli (5)
Siyonist Yahudilerin Filistin toprakları üzerinde hakları olduklarına dair iddiaları iki ana noktada odaklaşmıştır. 1- İbrahim’in torunlarından olduklarından; Hz. İbrahim’e vaad edilen toprakları, kendilerine de vaad edilmiş sayılmaktadır. Ki, toprakların sınırları açıktır. Filistin’den tut, Türkiye’nin güneyi dahil olmak üzere Irak’a, oradan da Medine’ye kadar uzanır. 2- Yahudiler diğer milletlerden üstün tutulmuştur. Buna bağlı olarak Yahudiler “seçilmiş kullar”dırlar. Kur’ân-ı Kerim Yahudilerin bu iddialarına cevap vermektedir. Yahudiler kendilerini Hz. Yakup’un on iki oğlundan biri olan Yahuda’ya nisbet ederler. Ve, Hz. İbrahim’e vârislik hususuna oğlu Hz. İsmail’i yaklaştırmadıkları gibi, Yakup’un diğer oğullarını da asla yaklaştırmazlar. Bilindiği gibi, Hz. Yakup’un diğer bir ismi de ‘İsrail’ idi. Kur’ân-ı Kerim, Hz. Yakup’un on iki oğlundan (içlerinde Hz. Yusuf ve Bünyamin de var) ve bunlardan türeyen nesilden, Benî İsrail (İsrailoğulları) diye söz eder. Kur’ân-ı Kerim, Benî İsrail’in Allah’a şirk koşmayıp atalarının dini olan İslâm dini üzerinde olmaya ve bu uğurda mücadele etmeye söz verdiklerini beyan ediyor. “Çünkü Rabbi ona (İbrahim’e) ‘Müslüman ol’ demiş. O da ‘Âlemlerin Rabbine boyun eğdim’ demişti.” (Bakara, 131) “Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti. Yakup da ‘Oğullarım! Allah size bu dini (İslâmı) seçti, o halde Müslüman olarak ölün’ dedi.” (Bakara, 132) “Yoksa Yakub’a ölüm geldiği zaman siz oradamı idiniz? (Yakup) oğullarına ‘Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?’ demişti. Onlar ‘Senin ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilâhı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur’ dediler.” (Bakara, 133) Âyetlerden de anlaşılacağı gibi İsrailoğulları İslâm dini üzerine olmaya and içmişlerdir. Lâkin, zamanla Rablerine vermiş oldukları bu sözü unutmuşlar ve ilâhî emre isyan edip dinlerini tahrif etmişlerdir. Dahası, Allah’ın İsrailoğullarına gönderdiği Şuayb, Zekeriyya ve Yahya gibi nice peygamberi öldürmüşlerdir. İşte bu sebeple, Cenâb-ı Hak kendilerine bahşetmiş olduğu servetleri, maddî ve manevî hakimiyeti ellerinden almış, üzerlerine gazap indirmiştir. “İşte (bu hadiseden sonra) üzerlerine aşağılık damgası vuruldu. Allah’ın gazabına uğradılar. Bu musîbetler (onların başına) Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle geldi. Bunların hepsi, sadece isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir.” (Bakara, 61) Kur’ân-ı Mübinde birinci iddiaya daha da açıklık getiren Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Allah katındaki din İslâmdır.” (Âl-i İmran, 19) “Kim İslâm dininden başka bir din ararsa, onunki katiyyen kabul edilmeyecek ve o ahirette kaybedenlerden olacaktır.” (Âl-i İmran, 85) Böylece Rabbimiz, razı olduğu dinin İslâm dini olduğunu kesin olarak ortaya koymuştur. Peki, Yahudilerin atamız dedikleri Hz. İbrahim’in dini neydi? Cenâb-ı Hak bu soruya da cevap veriyor: “İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan, dosdoğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.” (Âl-i İmran, 67) Bu âyete göre, Hz. İbrahim inanç olarak Yahudilerden değildir. Dolayısıyla,Yahudiler de Hz. İbrahim’in vârisleri değildirler. Tabiî olarak, Tevhid dini İslâma inanması yüzünden Hz. İbrahim’e vaad edilen toprakların gerçek sahibi de Yahudiler değildir. Yahudiler Hz. İbrahim’in vârisleri değillerse, Hz. İbrahim’in vârisleri kimlerdir? Aşağıdaki âyet bu soruya cevap veriyor: “İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, şu Peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah mü'minlerin dostudur.” (Âl-i İmran, 68) Âyetlerden anlaşılacağı gibi Peygamberin ehli demek ona kayıtsız şartsız tâbi olmak demektir. Selman Fârisî, Süheyl Rumî, Bilâl Habeşi Hz. Muhammed’e (a.s.m.) imanlarıyla ehil olurken, amcası Ebu Leheb yeğenine gönderilen risalete inanmadığı için ehil de olamamıştır. Hucurat Sûresi 10. âyette “Şüphesiz ki mü’minler birbirlerinin kardeşidirler” diye buyuruluyor. Allah’ın dinine inananlar birbirlerinin manevî babası, annesi ve kardeşleridirler. İnsanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi olan din birliği ortadan kalkınca, aynı nesepten olmak Allah katında birşey ifade etmez. Nitekim Hz. Nuh’un, babasına isyan eden oğlu, Nuh’un ehli olmaktan çıkmıştır. Bu yüzden, babalık duygusuyla oğlunun helâk olmasından korkan Hz. Nuh’un, oğlu hakkındaki duâsı kabul edilmemiştir. “Nuh Rabbine duâ edip dedi ki; ‘Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.” (Hud, 45) “Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan birşeyi Benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hud, 46) Mukaddes toprakların Yahudilere verildiği hususuna ise Enbiya Sûresi 105. âyet cevap vermektedir. Âyette, Allah’ın dinine inanıp iyi ve salih ameller işleyenlerin mukaddes toprakların sahipleri olacakları buyurulur: “And olsun ki Zikir’den (Tevrat) sonra Zebur’da da, arza iyi, salih (lâyık) kullarım elbette vâris olacaklardır diye yazmıştık.” Allah katında salih olmak demek, O'nun emirlerine şeksiz şüphesiz teslim olup gönderdiğiyle amel etmektir. Yoksa, Allah’a şirk koşmak, peygamberleri öldürmek, Tevrat’ı tahrif etmek, yasak olduğu halde faiz yemek, (Hz.Meryem’e yaptıkları gibi) namuslu kadınlara iftira atmak değildir. 23.08.2009 E-Posta: [email protected]@hotmail.com |