Ali OKTAY |
|
Gönülden dile |
“Türk Musikîsinin bugünkü tecelliyatına değil, tabiri caizse istikbaldeki hayaline meftunum.” Sadeddin Arel (Türk Müziği ses sistemi kurucularından) * KALDIRIM TAŞLARINDA BİTEN, MÜZİĞE ADANMIŞ BİR ÖMÜR: ETHEM RUHİ ÜNGÖR Ekmek ve süt alacaktı. Evden çıktı, ağır ağır yürüyerek bakkala gitti. Saat 08:00 idi. Bakkalın poşetine koyduğu süt ve ekmeği alıp yine aynı ağır adımlarla evine doğru ilerliyordu. Adımları geride bıraktığı 87 yılın yükü ile daha da bir ağırlaşmıştı. Kalbinden de rahatsızdı aslında. Nefes alış verişleri hızlanmış, gücü tükenmişti. Kalan son dermanı evine birkaç metre kala, onu en fazla kaldırım taşlarına kadar taşımaya yetmişti. Oracıkta yığılıverdi. Mahallelinin Ethem Amcası idi orada uzanıp yatan. Etraftakiler hemen koştu. Ama ne doktor, ne de hastanenin bir faydası olabilirdi artık. Yapılabilecek tek şey gelmişti akıllarına: Üzerine gazete kâğıdı örtmek. Onu yapabildiler zaten. Belki bir Fatiha okudular. Savcı Bey gelene kadar geçen saatler zarfında, yanıbaşından gelip geçen insanlar şöyle kaçamak bir bakışla “cık cık” edip, başlarını iki yana sallayarak işlerine, yollarına ve hayatlarına devam ediyorlardı. Öyle ya ölüm ‘biz’den nasıl olsa uzaktı! En yakın komşuları bile aslında bu yaşlı Ethem Amca’nın Türkiye’nin en değer verilen insanlarından biri olduğunu şimdi öğrenmişlerdi. Televizyonlar akşam ana haber bültenlerinde, gazeteler ertesi günkü baskılarında haberi veriyorlardı: “Etnomüzikolog ve müzik koleksiyoncusu Ethem Ruhi Üngör 87 yaşında hayata veda etti. Koleksiyonunda 750’den fazla enstrüman bulunan Üngör, TBMM Üstün Hizmet Ödülü sahibiydi. 2007 yılında bilim, fikir ve san'at alanında çok önemli başarılara imza atan 101 Türk Büyüğü arasında yer almıştı.” Ethem Ruhi Üngör ismi ben de iki şeyle çağrışım yapar: En değerli tarihî çalgıların yer aldığı nadide koleksiyonu ve Musikî Mecmuası. İstanbul Belediye Konservatuarını bitirdikten sonra kendini müzikoloji araştırmalarına adamıştır. O yıllardan beri Türk Müziğine ait pek çok tarihî ve nadide enstrümanları almış toplamıştır. Meselâ Tanburi Cemil Bey’in tanburu, Kazasker Mustafa İzzet ve Neyzen Tevfik’in neyleri, Sultan Abdulaziz’in lavtası bu müzik aletlerinden bir kaçıydı. Pek çok defalar bu çalgı aletlerinin kendisinden satın alınarak sergilenmesi için uğraşmıştı. Kültür Bakanlığından üniversitelere kadar pek çok kamu veya özel kuruluşla görüşmesi yeterli olmamıştı. En azından şimdi Kültür ve Turizm Bakanlığımız bu işe bir el atar ve merhum Üngör’ün adına kuracağı bir müzede, bu değerli eserleri sergiler diye bekliyoruz. Musikî Mecmuası ise, Türk Müziği ses sisteminin kurucularından Sadeddin Arel tarafından ilk sayısı 1948 yılında çıkarılmıştır. Bu dergi, kendi alanında da bir ilktir. Bu tür dergilerin varlıklarını sürdürmeleri pek kolay olmamasına rağmen fedakârlıklarla yakın zamana kadar gelmiştir. Benimde 1998–99 yıllarında abonesi olduğum bu dergi, o dönemde yine merhum Ethem Ruhi Üngör ve Mehmet Güntekin’in çabalarıyla bir süre daha yayınlanabilmiştir. Halen daha yazılarımda zaman zaman istifade ettiğim ve anekdotlar paylaştığım Musikî Mecmuası yine sahipsiz kaldı. Ethem Ruhi Üngör’ün, İstiklâl Marşımızın bestekârı Zeki Üngör’le hiçbir akrabalık bağı bulunmamaktadır. 1930’lu yıllardan beri söylenen bugünkü İstiklâl Marşımızın bestesinin sahibi Osman Zeki Üngör’dür. 1880–1958 yılları arasında yaşayan Zeki Üngör, esasen bu yönüyle bilinmektedir. Ancak merhum Ethem Ruhi Beyle Zeki Bey arasında soyadı benzerliği dışında hiçbir yakınlık yoktur. Bir de tabiî müzik adamlığı yönleri dışında. Ethem Bey, Musikî Mecmuasının Mart 1998 yılı sayısındaki yazısında bundan oldukça yakınmaktadır; “…Herkesin istediği soyadını alması serbestliği neticesi bazı soyadı benzerlikleri ortaya çıktı. Sonradan benim de musikîye yönelmemden sonra bu soyadı benzerliği benim için problem olmaya başladı. Toplantılarda bazen beni Zeki Beyin oğlu olarak tanıttıkları zaman son derece sıkılıyordum. Bazen hemen orada tekzibe girişiyordum. Bazen de bu benzetimci kişi, hatırı sayılır biri olduğunda onu üzmemek, orada soğuk bir hava yaratmamak için sesimi çıkaramıyordum..’’ 10 Ağustos Pazartesi günü vefat eden merhum Ethem Ruhi Üngör Bey’e Cenâb ı Hak’dan rahmet diliyoruz. * GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ... Mahmut Celâleddin Paşa (1839-1899) aynı zamanda bir şair ve besteci idi. Bir yaz gecesi yalısının balkonunda yardımcısı Nazım Bey’e yeni bir şarkısını öğretiyordu. Lavta çalan Nazım Bey eserin bazı yerlerini Mahmut Celâleddin Paşa birçok kez tekrarladığı halde bir türlü ne sesiyle, ne de çalgısıyla seslendiremiyordu. O sırada arkadaşları ile sandal gezintisi yapan Lemi Bey de yalının önünden geçerken Paşa’nın Nazım Paşa’yla çalışmasını duydu. Sandalı durdurup çalışmayı dolayısıyla Paşa’nın eserini baştan sona dinledikten sonra, eseri yüksek sesle okudu. Bunu duyan Mahmut Celâleddin Paşa hayretler içinde kalarak adamlarını hemen sandaldakileri çağırmak üzere gönderdi. Lemi bey ve arkadaşları Paşa’nın yanına getirildiler. Mahmut Celâleddin Paşa, o gece Lemi Beyi tanımış oldu ve ölünceye kadar onun teşvik ve takdir etti. Lemi Bey bu tanışmadan yıllar sonra ‘Hocam Yusuf Efendi den ve Hacı Arif Bey’den sonra benliğimi Muhtar Beye ve Mahmut Celâleddin Paşa’ya borçluyum. Bu iyiliklerini unutmam” demiştir. 19.08.2009 E-Posta: alioktay@alioktay. net |