Hasan GÜNEŞ |
|
Şark açılımı ve Medresetü’z-Zehra |
Türkiye bugün yoğun bir şekilde yeni açılımları konuşuyor, tartışıyor. Demokratikleşme gibi tedbirler tabana ne kadar inebilecek veya ne kadar yayılabilecek bilemiyoruz. Bütün bunlar samimiyete, gayrete ve en önemlisi de teşhisteki isabete bağlıdır. Siyasetçiler önceki açılımlardan da ders almayı ihmal etmemeliler. 1950’li yıllardan bu yana devam eden açılımlar hep mehter takımı misâli iki ileri bir geri devam etmiştir. Yapılan açılımlar kısmî bir rahatlama getirince birileri gelip hemen eskiye döndürmüştür. Bugün geriye dönüşün imkânsız olduğunu artık herkes teslim etmektedir. Bunca tecrübe ve acıdan sonra yapılan çalışmalar tahrip edilemeyecek şekilde sağlam bir zemine dayandırılmalıdır. Açılımlar esasta olmalıdır. Bediüzzaman Hazretlerinin yüz küsûr sene öncesinden söylediği prensipler geç de olsa mutlaka dikkate alınmalıdır. Bilindiği gibi, Bediüzzaman Hazretleri, ilk eserlerinde ve konuşmalarında, memleketindeki problemlerin başında istibdat, cehalet ve düşmanlık gibi hususların olduğunu ifade etmişti. Evet istibdadın izalesi için demokrasi şart. Fakat bunun mutlaka eğitim kurumları ile desteklenmesi gerekmektedir. Nitekim Bediüzzaman Hazretleri o zamanlar da, “Câmiü’l-Ezher’in kızkardeşi olan, Medresetü’z-Zehrâ namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır’da tesisi” ifadesinde olduğu gibi farklı şehirlerdeki kampüslerden ibaret büyük bir eğitim kurumu, büyük bir üniversite istiyordu. Daha sonra problemlerin daha da derinde ve mahallî olmadığını, sadece Anadolu’nun şarkında değil dünyanın şarkında, bütün Osmanlıda, İslâm dünyasında olduğunu fark etmişti. İstanbul’a geldiğinde ise bunu daha yakından incelemiş ve bizzat yaşamıştı. Anadolu’nun şarkına üniversite istemek için gelen Bediüzzaman Hazretleri, bugün hâlâ mevcut birçok eğitim kurumunun ve üniversitenin kurucusu olan padişaha, “Oturduğun Yıldız Sarayını üniversite yap” demişti. Evet koca Osmanlı nereden nereye gelmişti. Bir zamanlar, tâ Orta Asya’dan Ali Kuşcu gibi ilim adamlarını öğretim üyesi olarak getirten ve kurduğu medresede şimdiki ifadeyle üniversitede kendisini talebe olarak kaydettirip oda tahsis ettirecek kadar ilim ve eğitime önem veren Fatih Sultan Mehmet gibi yöneticiler artık çok gerilerde kalmıştı. Yeniden bir yapılanma gerekiyordu. Bilindiği gibi tarihteki Nizamiye Medreseleri meşhurdur. Büyük Selçuklu sultanı Melikşah’ın emir ve desteğiyle, vezir Nizamü’l-Mülk tarafından kurulmuştur. Büyük âlim Gazalî uzun süre rektörlüğünü yapmıştır. Bölücü ve yıkıcı Batinî mezheplerinin, Batı felsefesinin ve iptidâî akımların durdurulmasında, bütün İslâm dünyasındaki uhuvvet ve kardeşliğin tesisinde Nizamiye Medreselerinin rolü büyüktür. Dünya savaşlarını saymazsak, tarihte, Cengiz ve Hülâgu dönemi Moğolların yaptığı katliâmın ve yıkımın misli yoktur denilir. Ancak bütün bunlar kısa zamanda telâfi edilmiştir. Fakat Moğol âfetinin yaktığı ve yıktığı medreseler, İspanyol işgaliyle aynı akıbete maruz kalan Endülüs, hem İslâm dünyası hem de bütün dünya açısından hâlâ telâfi ve tedavi edilemeyen bir boşluk ve yara meydana getirmiştir. Bunlardan sadece işgale uğramayan, Bediüzzaman Hazretlerinin ideâlindeki Medresetü’z-Zehrâ için misâl olarak verdiği Mısır’daki Câmiü’l-Ezher kurtulabilmiştir. Hem Selçuklu’yu, hem de Abbasileri ayakta tutan, Çin’den Atlas Okyanusuna kadar uzanan geniş bir sahada güçlü bir kardeşlik bağına vesile olan medreseler zaman gelmiş büyük ihmaller sonucu çözülmeye başlayınca Moğol ve İspanyol saldırılarında olduğu gibi ne devleti koruyabilmişler, ne de kendilerini… Osmanlı’nın son döneminde de tarih tekerrür etmiştir. Asırların ihmaliyle çözülmeye uğrayan medreseler ya da dârülfünun denilen üniversiteler, devleti ve müesseselerini ayakta tutacak kadroları yetiştirememiştir. Islâhı için gerekli olan, Bediüzzaman Hazretlerinin projeleri yöneticiler tarafından maalesef anlaşılamamıştır. Kısa bir süre sonra da Batı’da ve Batı tarzı okullarda yetişen devlet kadroları altı asırlık koca Osmanlı devletini çökertip parça parça etmişlerdir. Daha sonraki dönemde ise reformlar ile eğitim sanki ikinci Moğol istilâsını yaşamıştır. Anadolu ve İslâm âlemi bir zamanlar Nizamiye Medreseleriyle yönetilirdi ve bizler cihan devleti idik. Şimdi ise sadece “nizamiyeden” idare olunuyoruz. Nizamü’l-Mülk’ten sadece nizamiyeyi miras, Avrupa’dan ise ırkçılık ve sefahati devir almışız. Sonuç ortada. Padişah, Bediüzzaman Hazretlerinin ikazına kulak vererek, oturduğu ihtişamlı Yıldız Sarayını, Fatih gibi kendine bir ders odası tahsis ederek terk edip üniversite yapsaydı, halk nazarında ve eğitim camiasında o kadar etkileyici olacaktı ki belki de, mübalâğasıyla birlikte, İstanbul’un fethinden sonraki en önemli olaylardan birisi sayılacaktı. Bilindiği gibi Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethi için önce Anadolu Hisarının karşısına Rumeli Hisarını yaptırmıştır. Osmanlının son döneminde Boğaz'a okul açan Batılı bir kuruluşun Rumeli Hisarına nispet olarak bu okulu açtığı söylenir. Tahribata ve koca Osmanlının otuz-kırk parçaya ayrılıp Batılı âdetlerin bu Müslüman memleketteki işgaline bakıldığında söylentideki haklılık payı büyük. Fatih Sultan Mehmet fetih için hisarları yaptırmıştı ancak muhafaza için de onlardan daha önemli olan içerde meşhur Semaniye Medreselerini kurmuştu. Anadolu’nun muhafazasını ve gerek İslâm dünyasında ve gerekse bütün dünyada itibarlı ve hatırı sayılır bir devlet olmak istiyorsak; bu milletin dinine ve geleneklerine uygun, ırkçılığı ve cehaleti yok edecek ve din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu eğitim müesseseleri şart. Bediüzzaman Hazretlerinin İstanbul’da Yıldız Sarayı, Tiflis’te medrese planı, şarkta Medresetü’z-Zehra projeleri, bu memleketin dört bir yanını saran kaleleri ve aynı zamanda Avrupa’nın, Asya’nın ve Orta Doğunun hak ve hakikatın, sulh ve barışın fethine yeniden açılacak olan kapıları hükmündedir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle Medresetü’z-Zehra, Risâle-i Nur ve Nur dershaneleri olarak tahakkuk etmiş ve bugün dünyanın en uzak noktalarında vazifesini icra etmektedir. Ancak devlet de, bekası ve halkının sulh ve selâmeti için vazifesini yapmak zorundadır. 17.08.2009 E-Posta: [email protected] |