Hasan GÜNEŞ |
|
Ruhun tatili |
Bereket ve rahmet ayı Ramazan iyice yaklaştı. Yaz artık bitiyor. Yazla birlikte tatiller de bitiyor. Ramazanı daha zinde ve sağlam bir zihin ve kalble karşılayacağız İnşallah. Bazı duygularımız belki de dinlenmenin ulvî ve nezih keyfini sadece Ramazan’da tadacak. Tatilde zihinlerimizi ne kadar dinlendirebildik, ruhumuzu ve kalbimizi ne kadar tazeledik? Şüphesiz dinlenmek de çok kolay değil. Hayat hep inşaat işçiliği gibi değil! İşten sonra sırtüstü yatınca her şey bitmiyor. Hani meşhurdur, Sokrat tatilden dönen bir arkadaşıyla karşılaşmış. Arkadaşı “Hiç dinlenemedim” diyerek şikâyet edince, Sokrat: “Tatile, muhtemelen kafanı da götürmüşsün” demiş. Tatile neleri götürdük, neleri bıraktık? Dönüşte nelerle nasıl geldik? Binlerce sene öncesinin tatili ile şimdiki tatil ne kadar farklı ise, kafanın içinde dolaşan problemler de o kadar farklı ve o kadar karmaşık. Hele zamanımızın tatilleri ekseriyetle kendisi de ayrı bir problem olduğu için zihinleri dinlendirmek ve tazelemek iyice zorlaşıyor. Evet tatile kafayı götürmemek mümkün mü? İş veya meşguliyetlerle ilgili problemleri yerinde bırakıp yeni bir sayfa açıp rahat bir tatil yapmak kolay mı? Aslında Sokrat, kafa gittiği zaman içindekiler de mutlaka gidecek diye düşünmüş. Kafatasını kesip bırakmak mümkün ama kafayı ya da aklı bırakmak mümkün değil. Evet kafayı boşaltmak imkânsız. Gerçekte de mesele insanın yapısıyla ilgili. İllâ kişinin Sokrat ve arkadaşı gibi filozof olması ve derin konularda akıl yürüten çalışmalar yapması şart değil. Risâle-i Nur’da da ifade edildiği gibi, insan akıl sahibi olduğu için, geçmiş ve gelecekle alâkadardır. Geçmiş hadiselerin tortuları zihninde insanı rahatsız etmeye devam eder. Gelecekten ise duyduğu endişe şu fâni dünyada ebedî kalacakmış gibi planlar yapıldığı için büyüktür, korkutucudur ve yıpratıcıdır. Demek ki, konu sadece tatil ile ilgili değil. Kişinin tatilde gerçekte dinlenebilmesi için, yıl boyu hatta ömür boyu, faaliyetleri ve yaşantısı için düzgün bir hayat felsefesi ve istikametli bir rota belirlemeli. Tıpkı bir maraton koşucusu gibi nefesini uzun vadeli bir koşuya hazırlamalı ve uzun bir mesafeyi yönetmek için program yapmalı. Büyük hedefler için büyük sermayeyi, küçükler için ise küçük sermayeyi tahsis etmeli. Hatırlanacağı üzere Risâle-i Nur’da, “Ölüm ve âhireti düşünmeden hayatın her türlü zevk ve lezzetini almak istiyoruz” diyenlere cevap olarak, bunun mümkün olmadığı, çünkü insanın akıl sahibi olduğu izah edilir ve “Aklını çıkar at, hayvan ol!” denilir. Sokrat’ın ifadesiyle kafa varsa akıl da içinde olacak ve o da beraber gelecek. Tabiî insan olmak kaydıyla. Kafayı bırakmak ya da aklı çıkarıp atmak mümkün olmadığına göre ne yapmalıyız? Bir insan, içinde farklı kabiliyetler ve statülerde yüzlerce çalışanı olan muhteşem bir saray hatta bir fabrika gibidir. Veya mühim bir seferi icra eden bir ordu gibidir ve insan onda bir kumandan-ı azamdır. Çalışanları, akıl, kalb, ruh ve dimağ gibi had ve hesaba gelmez maddî-manevî cihaz ve duygulardır. Bilindiği gibi Risâle-i Nur’da bu hususları detaylı olarak izah eden bahisler vardır. İnsan bu şehirde, bu fabrikada veya bu orduda iyi yönetici olmalı. Her bir cihaz ve duyguya uygun işler vermeli, aralarında iyi bir koordinasyon sağlamalı. Görünüşte kolay göründüğü için diğerinin işini kapan, ya da tembellik ve ihmal ile görevini terk eden veya işe nereden başlayacağını bilemeyenleri eğitmeli ve yönlendirmeli. Şüphesiz bunun için onları iyi tanımalı. Meselâ geç kabul etmekle birlikte, kabul ettiği şeyleri kolay kolay terk edemeyen ve sevdiği şeye karşı her şeyini feda edip sımsıkı sarılan kalbe, her işi özellikle dünyevî ve fâni işleri vermemek gerekiyor. “Dünyayı kesben değil, kalben terk etmek lâzım” ifadesinde olduğu gibi, “Samed âyinesi olan kalbi” bâki şeylere yönlendirmek gerekiyor. Her fâni şey onu, bırakın yormayı, bir diken gibi batmakta ve yaralamaktadır. Onun dinlenmesi ebedî ve bâki olanları sevmesindedir. Hikmet hazinelerinin bir anahtarı olan akla, tabiat karanlıklarında iş vermemek gerekiyor. Ya da Sokrat ve bir kısım arkadaşlarında olduğu gibi, yeryüzünde, açık havada büyük mesafeler alması mümkün olan aklı, yer altı dehlizlerine sokup karanlık ve bataklıklarda boğulmaya mahkûm etmemek gerekiyor. Ya da kalb ve ruhun bir çırpıda uçup geçeceği engin denizlerde, derin vadilerde ve büyük uçurumlarda aklı yalnız bırakmamalıyız. Belki de, en çok çalışırken dinlenmeyi bilmeye ve öğrenmeye ihtiyacımız var. Bu da yerinde bir iş dağılımı ve sağlam bir tevekkül ile mümkün. 10.08.2009 E-Posta: [email protected] |