Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Kamuoyu ve terör |
Çözüm arayışlarının yoğunlaştığı bir noktada cevabı aranan kritik sorulardan biri, dökülen kanın nasıl durdurulacağı. Çeyrek asır içinde verilen binlerce şehide karşılık, örgüt mensuplarının zayiatı kat kat fazla. PKK’nın yaptığı veya ona mal edilen saldırılar ile askerî operasyonlar devam ettikçe bu sayılara yenilerinin eklenmesi kaçınılmaz. O zaman çatışmalar daha ne zamana kadar devam edecek? Bu sualin cevabı, “Terör örgütü tamamen çökertilip yok edilinceye kadar” ise, bu kadar yıldır verilen mücadeleye rağmen bu niye yapılamadı? Burada çözülmesi gereken düğümler var. Bunlardan biri, “terör örgütüyle mücadele”nin tümüyle askerin inisiyatif alanında cereyan etmesi ve yaşanan olayların akla getirdiği bazı kritik soruların, tatminkâr cevapları verilmeden geçiştirilip kapatılması. Nitekim son olarak Dağlıca ve Aktütün saldırılarında bunu görüp yaşadık. Çok sayıda şehit verdiğimiz saldırılarda, sanıyoruz ilk kez, komuta, sevk ve idare zaafiyetlerinin de bulunup bulunmadığı sorgulandı, ama bu sorgulama Genelkurmay’ın “Herhangi bir kusur tesbit edilemedi” açıklamasıyla kapatıldı. Daha doğrusu, kapatılmış gibi göründü. Ancak gelinen noktada eskisinden çok daha farklı, tatminkârlıktan uzak resmî açıklamalarla yetinmeyen, belki şu an itibarıyla sorgulamasını daha ileri noktalara taşıma merhalesine gelmediyse de, en azından artık soru soran bir kamuoyu oluştu. Dolayısıyla, hiç kimse ve hiçbir kurum, bu vâkıayı görmezlikten gelerek, eski alışkanlıklarla yoluna devam edemez ve lâyüs’el davranamaz. Bu bağlamda önem taşıyan bir gelişme de, Ergenekon sürecinde bazı ipuçları ortaya çıkar gibi olan karanlık ilişkilere ve bazı devlet görevlilerinin, bulundukları konumları hukuk dışı eylem ve faaliyetler için kullandıklarına dair kuşkuların yargı konusu olacak ölçüde ciddiyet kazanması. Ve bunların içinde, şimdiye kadar aydınlatılamamış faili meçhul cinayet dosyaları da mevcut. İddia ve ithamların dayandırıldığı bazı tanıkların, evvelce verdikleri ifadelerden vazgeçirilmesi gibi, sonuca ulaşılmasını engelleyebilecek sebepler aşılırsa ve asıl önemlisi, diğer deliller sağlamsa, bu cihette de ciddî gelişmeler olabilir.
“PKK devletin içinde” mi? Ama bunun için, sürecin mâlûm yapı, sistem ve işleyiş içinde her türlü sürprize açık olan “yargıya intikal” aşamasıyla yetinilmeyip, Meclis başta olmak üzere bilumum demokratik aktörlerin aktif şekilde devrede ve takipçi olmaları lâzım. Gerçek şu ki, kamuoyu artık PKK terörünü de tek yanlı resmî bilgilendirmelerden daha geniş bir perspektifle değerlendiriyor. Yavuz Donat’ın yazdığına göre, hükümetin son açılımının kuşkulu bir ihtiyatla izlendiği Kırıkkale’deki bir toplantıda en çok alkış alan sözün, Sadık Avundukluoğlu’nun “PKK devletin içinde” ifadesi olması, bunun ilginç işaretlerinden biri. (Sabah, 17.8.09) (Avundukluoğlu’nun, milletvekili olduğu dönemde Mecliste kurulan Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonunun başkanlığını yapmış olması, bu sözü daha da anlamlı kılıyor...) Hal böyle olunca, bunların bizi getireceği yer, sivil ve demokratik kontrolün asker başta olmak üzere güvenlik kuvvetleri üzerinde tam anlamıyla hakim kılınmasının taşıdığı hayatî önem. Bilhassa askerin, başından beri kendisini konumlandırdığı “özerk” alana sivil yönetimi dokundurmama noktasında ortaya koyduğu kararlı tavır, terörle mücadelenin aksayan taraflarına neşter atılıp çözüm bulunmasını, hata ve kusurların düzeltilmesini, konumunu kötüye kullanıp hukuk dışı işlere yönelenlerin ve kuşkulu ilişkilerin üzerine gidilmesini zorlaştırıyor, engelliyor. Bir türlü demokratik bir reforma tâbi tutulamayan yargının tavrı da bu durumu katmerliyor. Dolayısıyla, asker-sivil ilişkilerinde ve yargıda Türkiye’yi AB standartlarına yükseltecek yapısal reformların geciktirilmesi, terörle mücadelede de elimizi kolumuzu bağlamaya devam ediyor. 22.08.2009 E-Posta: [email protected] |