Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Açılım ve riskler |
Açılım, çözüm, tarihî fırsat gibi kelimeler etrafında oluşan gündem bu defa nasıl bir sonuca bağlanacak, şu aşamada net bir öngörü ve tahminde bulunabilmek zor. Ama dıştaki tertipçileri ve içteki taşeronlarıyla terörün Türkiye’yi sıkıntıya sokmak için insafsızca kullanılıp ihtiyaç duyuldukça tırmandırıldığı ortamdan, artık bu kirli silâha gerek duyulmayan farklı bir konjonktüre gelinmiş olması, çözüm ikliminin doğmasındaki belirleyici etken. Şimdi dış dinamikler, silâhların bırakılması, örgütün tasfiyesi ve teröre gerekçe gösterilen hususlarla ilgili mücadelenin siyaset alanında verileceği bir sürecin başlatılması için bastırıyor. Aynı zamanda iç kamuoyu da çözüm noktasında şimdiye kadar görülmemiş bir talepkârlık içinde. Meseleyi başka taraflara çekmek isteyen bazı çatlak sesler hâlâ çıkmaya devam ediyorsa da, büyük çoğunluk bunlara itibar etmiyor ve “Artık yeter, bu kan dursun, bu iş bitsin” diyor. Şüphe yok ki, bu yeni süreç de farklı tuzaklarla dolu. Ve bu tuzaklara düşme tehlikesi, en çok, şimdiye kadar meselelere hep atgözlüğüyle bakıp tek taraflı değerlendirmelerle, kafasının dikine yürümüş; çözümü sopa, dipçik ve mermide aramış kafa yapısı için söz konusu. Yıllarca dilinden düşürmediği kırmızı çizgilerden en büyük tavizleri o kafanın vermesi de ciddî bir risk. Bu riskleri asgarîye indirmek için de, durduk yere böyle bir sorunu ortaya çıkarıp, başlattığı yangına körükle giden politikalarla iyice azdıran o kafayı tamamen etkisiz kılıp devredışı bırakarak, demokratik süreçleri hakkıyla işletmek şart. O süreçlerin düzgün işlemesi ise, doğru bilgilerin dengeli ve abartısız sunumlarla kamuoyuna iletilmesi ile provokasyonlara geçit vermeden hür bir tartışma ortamının sağlanmasına bağlı. Yeni sürecin bilhassa Kuzey Irak’taki gelişmelerle çok yakından irtibatlı bir nitelik taşıması, önceden de var olagelmiş bazı kritik ve hassas konuların, eskiye göre provokasyonlara daha açık şekilde önümüze gelmeleri riskini arttırıyor. Kerkük, Musul, Türkmenler ve Kuzey Irak’ın Irak’tan ayrılarak Türkiye’ye bağlanması gibi... İçerideki mâlûm hassasiyet ve sıkıntılara ilâveten, bunların da çok dikkatli bir şekilde kontrolü ve idaresi gereken bir süreç söz konusu.
Bilhassa üç kritik adrese dikkat Aslında bütün zaaf ve yetersizliklerine rağmen, en azından artık dolduruşa gelmeyen ve eskisi gibi tuzağa düşmeyen bir kamuoyu dikkat ve duyarlılığının oluşması, çözüm çabalarındaki en büyük avantaj. Ancak bunun kıymetinin bilinmesi ve çok iyi değerlendirilmesi icab ediyor. Bunun en önemli gereklerinden biri, seçmenden alınan güç ve yetkiyi derin baskılar karşısında işlevsiz hale getirecek teslimiyetçi tavırlardan kaçınılması. Ki, yaklaşık yedi yıldır devam eden AKP iktidarında yaşanan durum maalesef bu. Ve çözüm atmosferinin güçlendirilmeye çalışıldığı ortamda özellikle üç adresin tavrı kritik. Bunlardan biri, iktidarıyla muhalefetiyle siyaset. Konuyu gündeme taşıyan hükümetçe yapıldığı söylenen hazırlıklar ne ölçüde ciddî ve tutarlı? Ve muhalefetin çözüm arayışlarına katkı sağlayacak politikalar izledikleri söylenebilir mi? Erdoğan’ın Ahmet Türk’le görüşmesini Başbakan sıfatıyla değil, AKP Genel Başkanı olarak yaptığını açıklama gereği duyması ne anlama geliyor? Türk’ün “Keşke Baykal’la oturup yine rakı içsek” ve “Bahçeli’nin varlığı büyük şans” sözleriyle attığı zarflar, muhalefeti yumuşatabilir mi? Ve DTP’nin “Kürtleri temsil” gücü ne kadar? Peki, MHP’ye “iyiniyetli” diyen Gül’ün, aynı gün Bahçeli’den “Cumhurbaşkanı Güroymak’a Norşin diyerek PKK’nın taleplerine cevap veriyor” şeklinde tepki alması nasıl izah edilebilir? Diğer bir adres, DTP var diye 22 Temmuz’dan beri—Obama’nın konuşma yaptığı gün dışında—Meclisi boykot eden asker. O ne yapacak? Ve haklarındaki dâvâlarda DTP’lileri mahkûm etmeye devam eden yargının tutumu ne olacak? 14.08.2009 E-Posta: [email protected] |