Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Dostsuz zaman |
Önceki hafta çıkan “Cemaatleşme ihtiyacı” başlıklı yazıda, Üstadın bu noktadaki orijinal tesbit ve ifadelerine göz atmıştık. Bu mânâ ve çerçeveyi tamamlayıp zenginleştiren başka izahlara da birlikte bakalım. Esas itibarıyla uhrevî amaçlı bir cemaat içindeki insanların bazı örnek hasletleri İhlâs Risalesi’nde şöyle ifade ediliyor (Lem’alar, s. 395): “En yakın dost, en fedakâr arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş, en civanmert kardeş olmak.” Demek ki, cemaat mensubiyeti aynı zamanda samimî bir dostluk ve arkadaşlık ilişkisi, şahsî çıkarlar yerine fedakârlığı öne çıkarma, tenkitçi değil, takdir edici yoldaş olma anlamına geliyor. Bireyi güçlendirelim derken kişiyi gönüllü bir tecrit ve yalnızlığa sürükleyen aşırı bireyselleşme modasının “samimî dost” ihtiyacını daha kuvvetli bir şekilde hissettirdiğini hatırlayarak, Üstadın şu sözlerini de bu bağlamda okuyalım: “Bu dünyanın hayatı pek çabuk değişmesine ve zevaline (sona ermesine) ve fena ve fânî, âkıbetsiz lezzetlerine ve firak ve iftirak (ayrılık) tokatlarına karşı bir ehemmiyetli medar-ı tesellî, samimî dostlar ile görüşmektir.” (Şuâlar, s. 491) Bu cümlenin yer aldığı mektupta Üstad “bu acîb, dostsuz zaman” ifadesini de kullanıyor. Zamanın sür’atli akışına paralel olarak ömürleri de hızla tükenen, etraflarındaki vefat veya hicretlerin sıklaşmasıyla ayrılık acıları çoğalıp tazelenen, kendilerini giderek derinleşen bir yalnızlığa sürükleniyor hisseden insanlar için, moral desteği alabilecekleri, duygularını paylaşarak tesellî bulabilecekleri samimî, vefadar, fedakâr dostların ne büyük bir ihtiyaç olduğu mâlûm. Üstadın, yukarıdaki cümlesini aktardığımız mektubunu Denizli hapsinde yazmış olması ve Nur talebelerinin hapishanede cebren bir araya getirilmelerini dahi bu mânâda “dostların buluşması” olarak yorumlayıp müjdeli tesellî mesajları çıkarması, bu bakımdan özellikle ilginç.
Allah için sohbet ve hakikî bir tesellî Hele suçsuz yere hapse düşmenin yol açabileceği çok insanî bir psikoloji olan moral çöküntüsü yerine, işin bu cihetine vurgu yapan olumlu bir yorum, başlı başına örnek alınması ve psikoloji bilimince de tahlili gereken bir güzellik. Evlerinden alınıp, çoluk çocuklarından uzaklaştırılıp hapishanenin izbe ve kasvetli koğuşlarına tıkılan masum insanlara hitaben kaleme alınan şu cümledeki ferahlatıcı üslûba bakınız: “Şimdi bu acîb, dostsuz zamanda samimî kırk-elli dostunu birden bir-iki ay görmek ve Allah için sohbet etmek ve hakikî bir tesellî alıp vermek; elbette başımıza gelen bu meşakkatler ve zayiat-ı maliye (ekonomik kayıplar), ona karşı pek ucuz düşer, ehemmiyeti kalmaz.” (a.g.e.) Üstadın, jandarma ve polis kordonunda kelepçeli halde cezaevinden mahkemeye, mahkemeden cezaevine götürülüş manzaralarına bakarak “asra meydan okuyan kahramanlar kafilesi” diye tavsif ettiği cefakâr saff-ı evvel Nur talebeleri için o günün şartlarında hapishaneler, hem bu mânâları yaşadıkları, hem de sair mahkûmlara iman dersi verdikleri buluşma zeminleri olmuştu. Ve onlar cezaevlerinin alabildiğine boğucu ve bunaltıcı ortamında bile, aldıkları iman dersinin aydınlattığı gönülleriyle kenetlendiler; zorlu tazyik ve baskılara örnek bir tesanüdle direndiler; karşılıklı olarak moral alıp moral verdiler; birbirlerini şefkat ve muhabbetle tesellî ettiler. Böylece dehşetli zorluk ve engelleri, “en yakın dost, en fedakâr arkadaş, en güzel takdir edici yoldaş, en civanmert kardeş”ler olarak aştılar. Eskiyi hortlatma hevesleri arada bir nüksetse de, artık o devirler geride kaldı. Nur talebelerinin kendi iradeleri dışında getirildikleri hapishaneler, onlar için buluşma mekânı olmaktan çıktı. Ama her gece dünyanın her yerinde hem eserlerin orijinalleri, hem de farklı dillerdeki tercümeleri ile yapılan nur sohbetleri başta olmak üzere ihdas edilen sayısız buluşma vesileleri, ebedî dostluk halkaları oluşturarak sürekli genişliyor. 02.08.2009 E-Posta: [email protected] |