Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Özgün proje |
Bediüzzaman’ın en büyük ideallerinden biri, doğuda Medresetüz-Zehra adıyla bir üniversitenin kurulmasıydı. Bu husustaki teklifini proje haline getirerek 1908’de İstanbul’da Sultan II. Abdülhamid’e bizzat takdim etmek istedi, ama önüne konulan bürokratik engelleri aşamadığı için bu mümkün olmadı. Ancak Bediüzzaman yılmadı. Sultanı deviren 31 Mart olayını müteakiben haksız ithamlarla yargılandığı sıkıyönetim mahkemesinde beraat ettikten sonra 1910 yılında gittiği şarkta aşiretleri dolaşarak bu projeyi halka mal etmeye çalıştı. Bilâhare Münâzarât adıyla kitaplaştırılan sohbetlerinde, üniversite projesi için şöyle diyordu: “Camiül-Ezher’in kızkardeşi olan Medresetüz-Zehra namıyla darülfünunu mutazammın (üniversiteyi içine alan) pek âli (yüksek) bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbekir’de tesisini istiyoruz.” Ardından İstanbul’a döndü ve Abdülhamid’in halefi Sultan Reşad’la, refakaten katıldığı Rumeli gezisinde görüşmeye muvaffak olup, o günlerde Kosova’da kurulması düşünülen, ancak Balkan Harbinde burası istilâ edildiği için akim kalan üniversite projesine ayrılmış on dokuz bin altın liralık tahsisatın, doğuda kurulmasını istediği Medresetüz-Zehra’ya aktarılmasını kabul ettirdi. Sonra da Van’a giderek göl kıyısında üniversite binasının temelini attı. Ama Birinci Dünya Harbi patlak verince, temel, atıldığıyla kaldı. Akabinde Bediüzzaman talebeleriyle vatan müdafaası için cepheye koştu. Esir düştü. Esaret dönüşü İstanbul’da İngiliz işgaline karşı mücadele verdi. Anadolu’daki Kurtuluş Savaşını destekledi. M. Kemal’in ısrarlı davetleriyle gittiği Ankara’da, yeni devletin idarecileriyle Birinci Meclis üyelerine, yarıda kalan üniversite projesini anlatıp destek istedi. Çoğunluğu ikna edip M. Kemal’in de imzasıyla tahsisat çıkarmayı başardı, ama yeni yönetimin medreseleri kapatma kararı üzerine bu teşebbüsü de sonuçsuz kaldı. Bu durumda Bediüzzaman, idealindeki üniversiteyi kurmak için çok farklı ve orijinal bir yolu denedi ve muvaffak oldu: Bir türlü maddeten tesis edemediği Medresetüz-Zehra’yı, telif ettiği Risale-i Nur Külliyatıyla manen inşa etti. Binası, tesisleri, resmî kadro ve bütçesi olmayan, ama eserlerin okunduğu her ev ayrı bir şube, derslerin yapıldığı her salon müstakil bir anfi gibi hizmet veren, gönüllülük esasına dayalı, risaleleri okuyan herkese hem talebe, hem de—anlama derecesine göre—hoca vasfı kazandırarak kısa zamanda toplumun derinliklerinde kök salan bir tamamen sivil ve hür üniversiteydi bu. Said Nursî Risale-i Nur Üniversitesini dinamik, seyyal ve sivil bir temel üzerine inşa etti, ama kurumsal anlamda bir üniversite projesinin de peşini bırakmadı. Ve CHP diktatörlüğü 1950’de yıkılıp DP’nin iktidara gelmesinden sonra Reis-i Cumhur Bayar’la Başvekil Menderes’e yazdığı mektuplar ve gazetelere gönderdiği açıklamalarla, yeni hükümetin doğuda üniversite kurma girişimlerini destekledi. Kürtleri de kucaklamasını istediği bu üniversitenin ayrıca İran, Arap âlemi, Hint yarımadası, Kafkasya ve Türkistan’ı içine alacak geniş bir coğrafyaya, uluslararası boyutta hizmet vermesini önerdi. Üniversitede verilecek eğitimin temel prensibini ise “dinî ilimlerle pozitif bilimleri kaynaştırmak” olarak tesbit ederken, ırkçılık fitnesine karşı İslâm kardeşliğine vurgu yapılmasını istedi. Onun bir asır önce “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” sözüyle dile getirdiği orijinal yaklaşım çerçevesinde geliştirdiği Medresetüz-Zehra projesi, bugün hâlâ kıyısına dahi yaklaşılamamış son derece engin bir ufuk ve vizyonun somut ifadesiydi. Asırlık gecikmesi Türkiye’ye de, İslâm âlemine de, bütün dünyaya da çok pahalıya mal olan bu çok özgün proje hâlâ doğru bir şekilde anlaşılmayı ve samimiyetle uygulanmayı bekliyor... 03.09.2009 E-Posta: [email protected] |