Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Millî birlik ve demokrasi |
Bediüzzaman’ın yüz sene önce Kürtlere yaptığı telkinlerde üzerinde durduğu hususlardan biri de ittihad-ı millet. Kürtlerin şimdiye kadar iki cihette esir olduğunu; birinin müstebit hükümetten sâdır olan zalimane vergi ve yükümlülükler, diğerinin başka bazı zalimlerce yapılan gasp, yağma ve tecavüzler şeklinde ortaya çıktığını; hürriyet inkılâbıyla bu esaretlerden âzad olduklarını; artık her ferdin meşru hükümete itaat ve başkasının hukukuna zarar vermemek şartıyla birer padişah gibi davranabileceğini; bu “saltanat-ı şahsiye”nin muhafazası gereğini ifade ettikten sonra “Teşebbüs-ü şahsî ile ellerinizden geldiği kadar bu ittihad-ı millete ve meşrutiyete her cihetle hizmet ediniz” çağrısı yapması da anlamlı. (a.g.e., s. 191) İttihad-ı millet ve meşrutiyet; bugüne tekabül eden karşılıklarıyla millî birlik ve demokrasi: sorunları çözüp her alanda gelişmenin iki anahtarı. Bu çerçevede meşrutiyeti “millet hakimiyeti,” hükümeti milletin seçtiği meb’usların nezaret ve kontrolünde çalışan bir hizmetkâr olarak tanımlayan Said Nursî, Kürtlere “Öyle ise kendinizden teşekkî (şikâyet) ediniz. Her kabahati hükümete ve Türklere atmakla aldanırsınız.” (Münâzarât, Eski Said Dönemi Eserleri, s. 225) diye sesleniyor. Böylece, her fırsatta vurguladığı “teşebbüs-ü şahsî”nin, yani inisiyatif alan cesur ve girişken tavrın, sorunları çözme ve gelişme yolunu açma bahsinde de büyük önem taşıdığını, oturduğu yerde herşeyden şikâyet etmek dışında hiçbir şey yapmama alışkanlığının yanlışlığını ifade ediyor. Ve çeşme-pınar-havuz örneğiyle konuyu daha da anlaşılır kılıyor. Buna göre, her tarafa şubeler salmış bir çeşmeden akan su bozulursa diğerlerine de sirayet eder. Ama yüz pınarın buluştuğu bir havuz öyle değil. Havuzdaki su bozulsa bile pınarlardan gelen taze suyla yine temizlenebilir. İstibdat devrinde hükümet çeşme başıydı; oradaki bozulma her tarafa zarar veriyordu. Ama hürriyet ve meşrutiyetten sonra hükümet merkezi havuz oldu, pınarlarsa bizde ve öyle olmalı.
Okumak, okumak, okumak... Sonrasında Üstad şöyle devam ediyor: “Ey Kürtler! Görüyorum ki, bizde pınar yoktur, onun için, uzaktan gelen, taaffün eden (kokuşmuş) bir suyu içiyoruz. Eskisi gibi istibdadı görüyoruz. Öyle ise, gayret ediniz, çalışınız; (...) şu yerlerde de bir küngân (su borusu) atınız, tâ bir kemalât pınarı bizde de çıksın. Yoksa daima dilenci olacaksınız, ya susuzluktan öleceksiniz. (...) Eğer siz insan olsanız, hükümet ve İstanbul ve Türkler nasıl olsalar olsunlar, size fenalıkları dokunmaz, fakat iyilikleri gelir...” (a.g.e.) Münâzarât’taki diğer izahlarında da aynı paralelde mesajlar veriyor Üstad. Meşrutiyeti, demokrasiyi ilim, fazilet ve ahlâk altyapısıyla takviye etmelerini; ancak böyle yaparak hürriyetin gelişini çabuklaştırabileceklerini; oturdukları yerde başkalarından şikâyet ederek, birilerini suçlayarak, birbiriyle didişerek vakit geçirmek yerine, bizzat gayret göstermelerini tavsiye ediyor. İşte şu çağrılar da bunun bir başka örneği: “Ey Kürtler! Bizim üç cevherimiz vardır ki, bizden muhafazalarını isterler. Bunların birincisi İslâmiyet, ikincisi insaniyet, üçüncüsü de millî meziyettir. Ayrıca üç de düşmanımız vardır. Bunlar da fakirlik, cehalet ve ihtilâftır ki, bizi harap ediyorlar. Bu üç düşmana karşı, üç elmas kılıncı elimize alıp, bunları üstümüzden atmalıyız. “Birincisi, adalet, maarif ve okuma kılıcıdır. “İkincisi, ittifak ve millî muhabbettir. “Üçüncüsü, sefiller gibi yaşamamak için teşebbüs-ü şahsîdir (şahsî girişim ve inisiyatif). “Son tavsiye ise okumak, okumak, okumak; el ele vermek, el ele vermek, el ele vermek...” (Osmanlıca Nutuk, İstanbul: 1912, s. 22) Bu değerli tavsiyeler bundan yüz yıl önce dile getirilmişti; gereğine uyulmaması bizi bugünkü sıkıntılarla karşı karşıya bıraktı; ve geçerlilik ve güncelliğini hâlâ koruyan bu çok önemli mesajlar, hâlâ samimiyetle kulak verilmeyi bekliyor... 02.09.2009 E-Posta: [email protected] |