28 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Kim inanarak ve sevabını Allah'tan umarak Ramazan ayının gecelerini ibadetle ihyâ ederse geçmiş günahları affolunur.

Câmiü's-Sağîr, No: 3715

28.08.2009


Ramazan, ömür içinde bir leyle-i Kadir’dir

Rabian: Şu mübarek şehr-i Ramazan, leyle-i Kadri ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir leyle-i Kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür. Saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-i bâkîdir. Senden ve âhiret hemşirem yani ikinci validem ve kardeşimin muhterem validesinden duânızı istiyorum. Madem duâda sizi şerik ediyorum; siz de benim duâma âmin hükmünde olarak duâ ediniz.

Barla Lâhikası, s. 159, (yeni tanzim, s. 451)

***

Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur’âniyede fedakâr arkadaşlarım Sabri, Hâfız Ali, Hüsrev, Refet, Bekir, Lütfü, Rüşdü Efendiler,

Kardeşlerim, bu Ramazan-ı Şerifte size, âlem-i nurdan bahisler açmak arzuları var idi. Maalesef bir hadise zulmet âleminden bahsetmeye beni mecbur ediyor. Bu yeni hadise için etraftaki dostlar lisan-ı kal ve halle meraklı, endişeli bir tarzda benden istizah istiyorlar. Onları ve sizleri meraktan kurtarmak için, o hadiseyi, iki kısım olarak, bir parça beyan edeceğim.

Birinci kısım: Bu bize nisbeten musîbetli ve elîm hadiseyi, Cenâb-ı Hak inâyet ve rahmetiyle başka surete çeviriyor. Evet, Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem de lüzumsuz değil. Bu hadisenin bize karşıki veçhi, rahmet görünüyor. Ehl-i dünyaya karşı veçhi, Cehennemin lüzumunu gösteriyor. Filhakika bu Ramazan-ı Şerifte hadisenin sûreti çok çirkindi. Fakat Gavs-ı Âzamın dediği gibi, inâyet gözünün altında ve hıfzında olduğumuzdan, çok cihetlerle hakkımızda lemeât-ı rahmet göründü.

İkincisi: Bu Ramazan-ı Şerifte acz ve zaafı ve fakr ve ihtiyacı tam hissedip, Cenâb-ı Hakka iltica etmek, bir surette intibah ve heyecan ve şuur ve şiddet verdi. Ramazan-ı Şerifte şimdi okuduğum münâcatların okunmasına bu hadise mühim bir kuvvet oldu. Zaten musîbetler, dergâh-ı İlâhîye sevk etmek için birer kader kamçısıdır. Her okuduğum bir kelime ve duâ da ve münacat da şuurlu ve şiddetli oluyor. Resmî ve ruhsuz olmuyor. Sahâbelerdeki ibadetlerinin sırr-ı tefevvuku bu noktadandır. Tesbih ve zikri bütün mânâsıyla şuurlu bir sûrette söyledikleridir.

Barla Lâhikası, s. 163, (yeni tanzim, s. 454)

***

Aziz kardeşim,

Beni merak etmeyiniz inâyet-i Rabbaniye devam ediyor. Maişet cihetinde kanaat ve iktisat beni ihtiyaçtan kurtarıyor. Sakın birşey gönderme. Sen altı yedi nefse bakıyorsun; benim yarım nefsim var. Sen beni değil, ben seni düşünmeliyim. Sabri’nin mektubu ona yetişmemiş. Sen ve Hulûsi, benim her bir amel-i uhrevîmde hissedarsınız. Mâh-ı Ramazanda kazanç bire bindir. Siz de bana duânızla yardım ediniz.

Barla Lâhikası, s. 164, (yeni tanzim, s. 457) LÜGATÇE: Leyle-i Kadir: Kadir Gecesi. Şehr-i Ramazan: Ramazan ayı. Mâh-ı Ramazan: Ramazan ayı. ömr-i bâkî: Sonsuz ömür. âlem-i nur: Nur âlemi. zulmet: Karanlık. lisan-ı kal ve hal: Hal ve söz dili. istîzah: Anlaşılmaz bir mesele hakkında izah isteme. inâyet: Yardım. hıfz: Koruma. lemeât-ı rahmet: Rahmet parıltıları. intibah: Uyanma. sırr-ı tefevvuk: Üstünlük sırrı. ihata: Kuşatma.

Bediuzzaman Said Nursi

28.08.2009


Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûk

28.08.2009


Telefon senfonisi

“Hak’la beraberken halkla irtibatı kesiniz.”

Mânâ yüklü bir cümle. Halktan birisinin söylediği bir söz bu; bir “abdullah” söylemiş. Fakat ona, söyleten söyletmiş bunu.

Evet, “Hak”la beraberken…

Hak’la nasıl beraber olunur?

Hak’la beraber olunan en birinci hâl, namazdır. Bunu, Kur’ân tilâveti, Kur’ân tefsirlerinin okunduğu meclis takip eder; fikir, zikir ve tesbih gelir ardından. Böyle durumlarda Cenâb-ı Hak’la iletişim zuhur ediyor; “huzur”da olunuyor âdeta.

Huzurdayken, “huzursuzluk” hoş olmasa gerektir.

İnsan, teknolojiyi kolaylık olsun diye kullanır. Zorluk veren buluşlar pek de hoşa gitmiyor.

Camide, cemaatte el bağlamış huzur-u İlâhîdesiniz. Tam o ânı bekler gibi oradan, buradan kopuyor bir vâveylâ!

Gel de huşû’ bul bakalım, bulursan.

Kur’ân tefsirlerinin okunduğu meclistesiniz. Konuya konsantre olmuş, tefekküre dalmışken bir ses çıkar ansızın, bitirir, berbat eder.

Camilerde, cemaatte; biri çalar, biri susar, başka makam yer alır; “Hüdayda”dan “Zeybek” havasına; “Taleal”den “Mozart”ın filânca eserine kadar seslerin geçit resmi!

Açıkçası: Cep telefonları, bazen işi zorlaştırıyor.

Gerçi, “Biz izin verdik” diyor bir hocam. “Namazdayken, tek el ile telefon kapatılabilir”.

Belki fetva böyledir, ama takva nerede?

Hatip tefsir okuyor, derste insan hınca hınç. Kitap yerine, hatibin eli de beline konuyor birdenbire; telefonda, bilmem hangi makam melodi. Ders duruyor, boşta kalan el ağza konuyor, mesaj gidiyor karşıya. Özür mözür, mazeretle tekrar başlar dersimiz. Ama o an, hava soğur salonda.

Tekrar ısıt bakalım, ısıtabilirsen eğer.

Hak’la beraberken, halkla irtibat hiç münasip düşmüyor. İşin tabiatıyla da uyuşmuyor. Hak’la buluşma makamlarında halkla irtibatı kesmeli; kapatmalı şu nesneyi birazcık.

Oradaki hâzırûn, iyi bir okuyucu olmanın yanında, iyi bir dinleyicidir. Bunu dikkatten uzak tutmamak gerekir.

İftitah Tekbirinde eller mâsivâyı öteler, bırakır gerilerde.

Her hâlde, meseleyi böyle tefsir etmeli.

Çünkü, camiler, mescitler Allah’ın mekânları, Beytullah’ın misâli. Oralarda azamî huzur, azamî huşû’ yaşanmazsa zihinler başka şeyle uğraşır; ibadet yavan kalır.

Kur’ân tefsirlerinin okunduğu, ders yapılan meclisler bundan farklı değil ki. Oralar da Cenâb-ı Hakk’ın zikir edildiği, fikir edildiği yerlerdir. Duygular, düşünceler mâsivâdan çekilip, Hak’ka çevrilmeliler.

Demek O’na yönelince, O’nunla ilgili konulara konsantre olunca, gayr’a sallamalı el.

Huşû’ için, haz için; tesbih için, naz için; O’na gönülden niyâz için sükûnete muhtacız.

Ahir kelâm:

Telefonu kapat, gönlünden bir pencere aç.

Ziyâ dolsun ruhlara…

ALİ RIZA AYDIN

28.08.2009


Teravih’ten Beş Vakit’e yolculuk

Akşam olunca iftarı yapmış, akşam namazını da kılmıştık. Şimdi ise teravih namazı için camiye doğru yol alıyordum. Nereden bilebilirdim ki bu teravih namazı, düşüncelerimde bir yolculuğun başlamasına sebep olacaktı…

Teravih namazı sırasında, arada salavât-ı şerîfe okunurken benim zihnim caminin hâline, daha doğrusu caminin dolu olmasına takılmıştı. Hemen sorgulamaya başlamıştım: “Nasıl oluyordu da Cuma ve bayram namazları haricinde üç-beş kişinin geldiği camiler bu kadar kalabalık oluyordu?” “Nasıl oluyordu da beş rekâtlık akşam namazı için insanlar çekinirken, otuz üç rekâtlık bu namaza koşa koşa geliyorlardı?”

Bu soruların peşi sıra ise en tuhaf ve belki de en zor sorulardan biri daha geldi: “Nasıl oluyordu da beş vakit farz namazı kılamayan bazı insanlar, bu uzun namazı farz olmadığı halde kılmaya çalışıyorlardı?”

Bu soruları zihnimde saklı tutarak namazı bitirmeye çalıştım. Teravih namazından hemen sonra ise bu sorulara cevaplar aramaya başladım. Bütün bu sorulara genel olarak ve toplumu, cemiyeti baz alarak bir cevap bulmak daha kolaydı.

Evet, Ramazanın maneviyâtı, Ramazanın kendine has o ulvî atmosferi hemen bütün insanları kendine çekiyordu. Ramazanın bereketi olsa gerek diğer farzları yapmakta zorlanan insanlar oruç gibi ağır bir farzı yapabiliyor ve teravih gibi uzun bir namazı kılabiliyorlardı.

Genel olarak bu cevap aklımı ikna etmişti. Lâkin hususî olarak pek de tatmin olmamıştım. Yani, kişilerin kendi iç dünyalarında neler oluyordu? Toplum tamam, ama ferd olarak kendilerini nasıl iknâ ediyorlardı, ne düşünüyorlardı? Ki bu şekilde teravihlerde camileri dolduruyorlardı…

Bu sorulara cevap aradığımda kendi nefsimin de tembel olduğu halde teravihe, vakit namazlarından daha yatkın olduğunu da fark etmiştim. Bilhassa beş vakit farzı kılamayan insana bu namaz bir nev'î ‘paket program’ gibi geliyordu. Üstelik teravih namazı dünyanın bin bir türlü oyunundan, dünyanın fanî yoğunluğundan bunalan ruhlara bu baskıdan kurtulmak için bir vesile oluyordu. Nefis namazdan tam soğutamadığı aklı böylece kandırıyor olmalıydı. Otuz üç rekâtlık paket bir namazı her gün kılınması gereken beş vakte bedel gösteriyordu.

O zaman bu soruya nefsimi ilzam edecek, onu da devirecek bir cevap bulmam gerekiyordu. Ben de nefsimi bugüne kadar her defasında mağlûp etmiş, ona boyun eğdirmiş olan eserlere, Sözlere başvurdum.

İlginçtir 21. Söz tam anlamıyla bu soruyla başlıyordu. “Namaz iyidir…” diyordu nefs-i emmare namına konuşan adam, ve ekliyordu: “Fakat her gün, her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”

Cevapları okuyunca anladım ki nefis namazı tamamen unutturmak elinden gelmeyince, beş vakit namazı yaptırmamaya çalışıyordu. Yine aynı eseri okuyunca anlamıştım ki, nefis sürekli Allah’ı, Peygamberimi, dinimi hatırlamak istemiyordu. Teravih namazları hiç olmaması gerekirken bu süreklilikten kaçışın adresi oluyordu. Nefse beş vakit namazda ağır gelen şey, aslında biraz da bu “süreklilik”ti.

Süreklilik söz konusu olunca, zihnî yolculuğum bu sefer 9. Söz’e uğruyordu. Orada bütünüyle anlatılan bu süreklilikti. Her vakit namazın insanla alâkalı olan pek çok şey için ne anlam ifade ettiğini, bu pek çok şeye nasıl anlam kazandırdığını öylesine ikna edici anlatıyordu ki 9. Söz, nefsim artık susmaktan başka bir yol bulamıyordu. Yolculuğumun son durağı ise 4. Söz olmuştu. Bu sözün namazdan kast ettiğinin beş vakit namaz olduğu açık ve netti: “Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir.”

Bu küçücük sözde de süreklilik vurgusu ararken, gözüme ve gönlüme en baştaki hadîs ilişti. Efendim (asm) “Essalât-ü imadü’d-dîn” yani “Namaz dinin direğidir” demişti.

Neden sütun değil, temel değil, çadırlarda kullanılan “direk”? Çünkü “direk” kelimesi cümleye süreklilik mânâsı katıyordu. (Not: O zaman en çok kullanılan şey bina değildi diyecek olursanız, size hak veririm. Ama sorarım size her kelimesinde bütün zamanları kuşatan cümleler kuran Ahirzaman Peygamberi (asm) sadece bu hikmet için mi “namaz”ı “direk”le anlatmıştı?!)

Ev yaparken, sütunu bir defa koyarsınız, temeli bir defa atarsınız ve bir daha dokunmazsınız. Sabit olarak kalır. Oysa çadırdaki direk çadır her kurulduğunda tekrar kurulur. Şartlar gereği, rüzgâr estiğinde, gün değişip yeni bir gün başladığında hep tekrar kontrol etmeniz gerekmektedir. Günde beş vakit namaz gibi…

Böylece Efendimizin (asm) beşerin en beliği olduğuna bir kez daha şahit olmuştum.

Yolculuğumun sonunda böyle bir yere geldiğim için, beşerin en beliğine (asm) ümmet olmaya çalıştığım için, onu (asm) ve namazı en güzel anlatan Kur’ân tefsirine muhatap olmaya çalıştığım için şükrediyorum.

Yanlış anlaşılmasın, Allah her ne şekilde olursa olsun, kıldığımız teravihleri kabul etsin. Ve eğer teravihleri kıldığı halde farz namazları kılmayanlar varsa onlara da “direk” kelimesindeki “süreklilik” vurgusunu en kısa sürede hayatlarına taşımayı, yani beş vakit namazı nasip etsin.

Nefis cümleden ednâ, vazife (namaz…) cümleden âlâ!

AHMET TAHİR UÇKUN

28.08.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.