Basından Seçmeler |
Ordu açılımı
BİR teğmenin eline bir bomba verip pimini çekmesinden sonra mevziden mevzie dolaşırken bombanın patlamasıyla birlikte ölen genç askerin babası, dün sabah bizim gazetedeki haberi görünce koşa koşa askerlik şubesine gitmiş. “Bu haber nedir” diye sormuş. Şubedeki görevliler ona aynen şunu söylemişler. “Sen o gazetede yazılanlara inanıyor musun?” Eğer o baba bana gelseydi ben de ona sanırım benzer bir söz söylerdim. “Sen o ordunun söylediklerine inanıyor musun?” Bizim ordunun doğru söylememek gibi bir alışkanlığı var. Bu kaçıncı? Dağlıca’da aynı, Aktütün’de aynı, bulunan LAW silahlarının kime ait olduğu konusunda aynı, mayın konusunda aynı, bu son bomba olayında aynı. Gidin sorun bakalım, çocukları “bombalı ceza” yüzünden ölen annelerle babalar çocuklarının niye öldüğünü biliyorlar mı? Anneleri babaları bir yana bırakın Milli Savunma Bakanı bile bilmiyor o çocukların nasıl öldüğünü. Generaller akıllarını siyasete öyle bir takmışlar ki askerliği unutmuşlar neredeyse. İttihatçılardan bu yana bu ülke, ordusunun bu alışkanlığını değiştirmeyi bir türlü başaramadı. Siyasetle uğraşan her ordu gibi askerî konularda çok fazla hatalar yapıyorlar ve sürekli olarak bu hataları saklamaya uğraşıyorlar. Generaller hep siyaset konuşuyorlar ama halk hiç askerlik konuşamıyor. Ordunun hataları gündeme gelmiyor bir türlü. Biz, Kıbrıs savaşında kendi gemimizi batırdığımızı kaç yıl sonra öğrendik, hatırlıyor musunuz? Hatırlamıyorsunuzdur bile. Ordunun hatalarını konuşmak ve hatırlamak yasak. Medyaya baksanıza. Genelkurmay Başkanı siyasetle ilgili açıklama yapınca manşetlerine çekiyorlar, sanki bu çok doğal bir şeymiş gibi. Generaller siyasetle ilgili konuşamazlar. Bu, onların işi değil. Onların işi askerlik. Bu ülkenin birçok “açılım” yapması gerekiyor. Bir tanesi de “ordu açılımı”. Ordunun konumunu, işleyişini, askerî yeteneklerini, hatalarını, yapılanmasını yeniden tartışmalıyız. Lafa gelince bu “bizim ordumuz”, ordu “bizimse” neden biz ordu hakkında konuşamıyoruz, neden soru soramıyoruz, neden hatalarını soruşturamıyoruz? Neden hiçbir hatasının hesabını vermiyor ordu? Bu ülkedeki generaller, hiç mi askerî bir hatadan dolayı istifa etmez? Kürt açılımı konusunda üstüne vazife olmamasına rağmen uzun uzun konuşan Genelkurmay Başkanı neden ordunun işleyişi konusunda ortaya çıkan aksaklıkların hesabını vermiyor bu halka? O ordunun sahibi generaller değil, o ordunun sahibi bu ülkenin halkı. Tabii, o hesabın sorulabilmesi için gerçek bir medyanın ve gerçek siyasetçilerin olması gerekiyor bu ülkede. Dün MHP yöneticilerinden birinin açıklamasını utançla okudum. Genelkurmay Başkanı’nın konuşması üzerine, “açılım meselesi bitmiştir” diyordu sevinçle. Eğer siyasi açılımlar bir generalin konuşmasıyla bitiyorsa, bu ülkede parlamentoya, siyasi partilere, milletvekillerine ne ihtiyaç var? O siyasetçi o açıklamayı yaparken aslında “ben yokum, partim de yok, seçmenim de yok, parlamento da yok, sadece general var” demek istiyordu. Bu tür siyasetçilerle nasıl uygarlaşacak, gelişecek, kalkınacak bu ülke? Örtülü bir askerî diktatörlük olmaktan nasıl kurtulacak? Böyle, kendi kimliğinden, kişiliğinden, fikirlerinden, seçmeninden vazgeçmiş, kendi iradesiyle “emireri” haline gelmiş siyasetçilerle Türkiye, gerçek bir demokrasiye kavuşabilir mi? Türkiye ordusunu düzeltmek zorunda. Ordunun düzelebilmesi için de kışlasına dönmesi, aklını kendi mesleğine vermesi, sağlam bir disipline kavuşması, üstüne vazife olmayan işlerde susması gerekiyor. Yaşadığımız çağda bizimki gibi bir ordu kalmadı gelişmiş ülkelerde. Daha yeni, Yunanistan fazla konuşan genelkurmay başkanını görevden aldı. Onun için zaten Yunanistan Avrupa’nın üyesi, biz değiliz. Onun için minicik Yunanistan bizden kat kat zengin. Bir ordu açılımı yapmalıyız. Orduyu disipline, siyaseti ve medyayı kişiliğine kavuşturmalıyız. Aksi takdirde kanlı bir hercümercin içinde debelenmekten bir türlü kurtulamayacağız. Çocuklar ölüp duracak. Ahmet Altan, Taraf, 27 Ağustos 2009 |
28.08.2009 |
Sivil siyasetin de “kışla”ya görüş bildirmesi gerekmez mi?
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, ”Uluslararası Para Fonu (IMF) ile bir anlaşma yapılması bir ölçüde ekonomimize güveni artırır. Ancak hükümetin önceliği orta vadeli programı ortaya koymaktır” dedi dün. Babacan, piyasadaki mevcut kaynakların özel tüketime kaydırılabilmesi için kamu kesiminin borçlanma gereğinin hızla düşürülmesi gerektiğini, büyümenin de buradan geleceğini söyledi. Siz de merak etmiyor musunuz? Bu konuda acaba Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’un ve dolayısıyla “Kışla”nın görüşü nedir? Geçen hafta 3’üncü Boğaz Köprüsü’nün yeri ve bağlı yolların nerelerden geçeceği konulu tartışmalar yaşandı. Gerek iktidar gerekse muhalefet sözcüleri görüş açıklayıp, aralarında tartıştılar. Acaba bu konuda Genelkurmay’ın görüşü neydi? Acaba Genelkurmay da bazı siviller gibi İstanbul’a 3’üncü Köprü yapılması yerine İstanbul’daki özel otomobillerin sayısının azaltılmasını mı doğru buluyordu? Neticede seçilerek iktidar olmuş sivil siyasetçilerin hemen her konuda oluşturmaya çalıştıkları politikalara, şu ya da bu şekilde bir görüş açıklaması geliyor askerlerden... ***
KIŞLANIN SESİ Hürriyet gibi kitle gazeteleri de bunları “Kışlanın sesi” benzeri manşetlerle kamuoyuna yansıtıyorlar. “Kürt Sorunu” ne kadar önemli ise veya “Kıbrıs sorunu” na çözüm üretmek dış politikamız açısından ne kadar hayati ise, “Ekonomik gelişme” de, “Hızlı kentleşme” de ülkenin geleceği açısından aynı ağırlıktadırlar. Ancak bu noktada bir eksiklik var. “Kışla” sivil siyaset alanındaki hemen her konuya ilişkin görüş açıklıyor. Bazen “Görüş”ler “Muhtıra” lara da dönüşebiliyor. Buna karşı sivillerin “Kışla”ya ilişkin konularda görüş açıklamaları bir türlü kabul edilemiyor. Örneğin şu “Profesyonel askerlik” için çalışmalar yapıldığı birkaç kez açıklandı. Ama bunun ne zaman gerçek olacağını ne bilen ne de soran var. Bu doğrudan sivilleri de ilgilendiren bir konu oysa. “Bedelli askerlik” ve “Kısa süreli askerlik” gündeme getirildiği zaman Milli Savunma Bakanları mahçup bir suskunluğa gömülüyor. ***
AÇILIM YOKLUKLARI Buna karşı Genelkurmay’dan “Ne bedelli askerlik ne de kısa süreli askerlik mümkündür. Aksine askerlik süreleri herkes için eşitlenecek” benzeri açıklamalar geliyor. Seçmenler olarak merak etmiyor musunuz? Her konuda açılımlar yapan ve bu açılımlar üzerinde kavgalar sürdüren sivil siyasetçiler, neden “Profesyonel askerlik” veya “Bedelli askerlik” benzeri açılımlar yapmaya hiç heveslenmiyorlar? Yurt dışında çalışan Türk vatandaşları işlerini kaybetmesinler diye bedelli ve çok kısa süreli askerlik yapabilirlerken, uzun süreli askerlik yüzünden yurt içinde işlerini kaybedebilecek Türk vatandaşlarına aynı hakkın tanınmaması da Anayasa’nın “Eşitlik” ilkesine aykırı değil midir? Yani Anayasa sadece “Laiklik”, “Üniter devlet” ve benzeri konularda mı ilke koymuştur ki? Anayasa’nın iki maddesini hatırlayalım isterseniz: ***
HANGİ EŞİTLİK Madde 10: Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. Madde 11 – Anayasa hükümleri, yasama, yürütme, yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” Ne dersiniz. “Siyasete” ait alanlarda askerler görüş açıklarken, “Kışla”ya ilişkin konularda da “Siviler”in görüş açıklamaları mümkün değil midir? Mehmet Barlas, Sabah, 27 Ağustos 2009 |
28.08.2009 |
Genelkurmay, AKP ve vesayet
Son günlerde tutuştukları “Kürt açılımı” kavgasında seviyeyi dibe vurdurup, birbirlerine en ağır hakaret ve ithamlarla hücum eden iktidar ve muhalefet partilerinin, bu kadar kutuplaştıkları bir anda, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “Kürt açılımı”yla ilgili açıklamasından hep birlikte nasıl mutlu olabildikleri izaha muhtaçtır. AKP’nin sürecin başından itibaren sergilediği ürkeklik ve kötü yönetimle malul performans ile karşı tarafta MHP ve CHP’nin MGK bildirisi dolayısıyla askere de yönelen keskin muhalefeti, “Kürt açılımı”nın göbeğinde bir boşluğun açılmasına neden olmuştu.
ORDU KILICINI ÇEKTİ Bu boşluk Orgeneral Başbuğ’un açıklaması ile artık gayet kuvvetli bir şekilde doldurulmuş bulunuyor. Şüphesiz ki, bu durumda en büyük sorumluluk iktidar partisine aittir. AKP’nin Türkiye’nin en önemli meselesi olan Kürt sorununu çözme konusundaki kapasite ve cesaret yetmezliği, çok eleştirdikleri “vesayet rejimi”nin devamına vesile olmaktadır. Türk siyaset sınıfı, olgunluk sınavını geçememiştir. Muhalefet 25 Ağustos açıklamasından memnun; çünkü ordu AKP’nin elini kolunu bağlamıştır. AKP iktidarı da ordu kendisinin elini kolunu bağladı diye memnun. AKP iktidarının, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un müdahalesinden rahatsız olduğuna dair bir emare yoktur. AKP sözcülerinin açıklamalarına yansıyan gevşemişlik hali, kendilerini Kürt sorununu çözmek için risk almak ve cesur olmak gibi külfetlere katlanmaktan, Orgeneral Başbuğ sayesinde kurtulmuş hissediyor olduklarının karinesidir. Mesele bu kadar basittir.
TSK’DAN MÜDAHALE UYARISI Nasıl bir müdahaledir Orgeneral Başbuğ’unki? Başbuğ’un 14 Nisan konuşmasında Kürt sorununa üniter yapı ve ulus devlet sınırları içinde kalınarak bir “çözüm” bulunması vaaz ediliyor, bu sınırlar içinde kalan genişçe bir hareket alanı sivillere terk ediliyordu. Geçen perşembe günkü, hükümetin çalışmalarının desteklendiği MGK bildirisinin ruhu da 14 Nisan konuşmasınınkiyle örtüşmekteydi. Ancak asker, önceki günkü müdahalesiyle sivillere “terk ettiği” alana girmiş ve bu alanda nelerin yapılmaması gerektiği hususunu sivillere bildirmiştir. Açıklamayı, mercek altına alalım... Ülke bütünlüğünün tehdit altında olduğunu hissettiğinin bilinmesini isteyen TSK, mealen “Bütünlüğü korumanın bir bedeli vardır. Biz de gerekirse bu bedeli öderiz” demektedir. Bu bir müdahale uyarısıdır. TSK, “PKK’yla mücadeleye devam edeceğiz” diyerek, operasyonları sürdüreceğini ilan etmektedir. Bu yaklaşım, sivil kanadın PKK’yla konunun güvenlik boyutu kapsamında kurabileceği gizli ya da dolaylı temasların önünü tıkayabilir. TSK, “Kültürel farklılıkların siyasallaştırılması”na karşı çıkarken aslında Kürt milliyetçi hareketinin siyasallaşmasına kapıyı kapatmaktadır. Oysa bu kapı kapatılarak soruna barış ve demokrasi çerçevesinde bir çözüm bulunması mümkün değildir.
TSK TARTIŞMAYA TAHAMMÜLSÜZ Son olarak, TSK’nın, “her konuyu tartışma özgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içermemesi gerektiğine inandığı” şeklindeki ifadeden, Kürt sorunu eksenli özgür tartışma ortamının bazı sivilleri olduğu kadar TSK’yı da tedirgin ettiği anlaşılmaktadır. Kürt sorununa çözüm alternatifleri özgür bir ortamda tartışılmaz ise bu soruna sivil, barışçı ve demokratik bir çözüm bulunamaz. Çözümü bugüne kadar engelleyen asker ve sivillerin, çözüm odaklı tartışmalardan da korkması, eşyanın tabiatına uygundur. Benim bu bildiriden anladığım, TSK’nın barışçı ve demokratik bir çözümü istemediğidir. Bildiriye katılmadığını kamuoyuna ilan etmediği sürece AKP iktidarının bir çözümü samimiyetle istediğini düşünmemiz için hiçbir neden yoktur. Kadri Gürsel, Milliyet, 27 Ağustos 2009 |
28.08.2009 |
Paşa, bu senin işin değil diyen olmadı
(...)Tam “O eski günler artık geride kaldı... Artık askerler politik alanda söz sahibi değiller” konusunda hepimiz elbirliğiyle ikna olmuşken... Bir de ne görelim? Tıpkı eski günlerde olduğu gibi... Yine raconu asker kesmesin mi? İşte bakın: Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un son 30 Ağustos mesajında “açılım” için çizdiği kırmızı çizgiler karşısında bütün partilerimiz nasıl da “Bana demedi / Ona dedi” oyunu oynamaya başladılar? AKP “Çok güzel bir mesaj” dedi... MHP “İktidarın dersi verildi” dedi... CHP “Gecikmiş bir ders” dedi... Hiçbirinin aklına “Paşa! Bu senin işin değil... Bırak da biz halledelim” demek gelmedi... Bunun yerine... “Bana demedi / Sana dedi” mavrası çevirdiler. Bu durumda bize de “Yine yeşillendi fındık dalları” türküsünü söylemek düştü... Ahmet Hakan, Hürriyet, 27 Ağustos 2009 |
28.08.2009 |
Genelkurmay siyasî parti gibi
(...) Genelkurmay Başkanı’nın, 30 Ağustos vesilesiyle dile gelip, Meclis’teki beşinci bir partinin lideriymişçesine bu konuda değerlendirmelerde bulunmasını «izzet ü ikram» ile nasıl sineye çektiklerini gördünüz. Neylesine bir arsızlıkla «Efendimiz, müsâade-i seniyyeleriyle biz hakir kullarınız da unutmayın ki patlıcanın değil, Zât-ı şâhânelerinin dalkavuklarıyız» diye ağız yaptıklarını kendi kulaklarınızla işittiniz. – Güven verici bir tabloya benziyor muydu? Sivil asker yöneticilerimizle iftihar ettiniz mi? Gazetelere de bir göz atmışsınızdır. Askerin açılımı diye Cizre’deki kışlanın duvarına asılan «Kılıç çekilmedikçe, bizden kimseye zarar gelmez» tabelasından söz ediyorlardı. İşi «Partiler açılımda uzlaştı. Asker haklı!» diye ti’ye alanlar vardı. Gelinen noktayı «Başbuğ açılıma çevreyi çizdi» diye gurur ile özetleyene bile rastlandı. Hakkı Devrim, Radikal, 27 Ağustos 2009 |
28.08.2009 |