Şükrü BULUT |
|
Başörtüsü katili veya Merve´nin hikâyesi… |
Dresden Mahkemesi salonundaki cinâyetin kitle savaşlarını hazırlayacak veya tetikleyecek nitelikte olduğunu, hadiseyi tüm boyutlarıyla inceleyenler anlarlar. Almanya kamuoyunun hadiseyi büyütmemesinin pozitif yönleri olduğu kadar, negatif tarafının da olduğunu düşünürken; katilin kimler tarafından motive edildiğini, senaryonun nasıl hazırlandığını sonradan öğreneceğiz. Daha önce Türklere yönelik başlatılan saldırılarda da aynı sahneleri izlemiştik. Tetikçilerin “nazi” olarak vasıflandırılması, hatta sanal bir organizasyon olan NPD ile ilişkilendirilmesi, ister istemez Türkiye´deki fail-i meçhul cinayetleri tedaî ettiriyor. Türkiye´de ipi derin güçlerde taşeron örgütlerin yerini, Almanya´da şimdilik “aşırı sağ” veya nazi kelimeleri alıyor. Yalnız burada yaşayan Müslümanların çoğu “nazi” veya “aşırı sağ” kelimelerin Alman halkını temsil etmediğini, Almanya ile diğer İslâm ülkelerinin arasını açmak isteyen güçlerin şimdilik bu kamuflajda bulunduklarını zaman zaman ifade ediyorlar. Hatta birçok Türkiye asıllı Müslüman; Almanya ile Türkiye arasında tarihleri, misyonları ve uğradıkları haksızlıklar cihetinde parelellikler kuruyorlar. Solingen katilleri hakkında yapılmayan şeyler, Rus asıllı tetikçi Alex hakkında da yapılmayacaktır. Hakikî Alman politikacılar, Almanya´nın geleceğini İslâm âleminde arayan idareciler ve hariciyeciler; El-Şerbinî´nin katlinin ülkenin çıkarlarına büyük zararlar verdiğini satır aralarında belirtiyorlar. Hedonist, agresif ateist ve kaosu besleyen bir kısım medyanın Karaşi ve Kahire meydanlarındaki protestoları gündeme taşıma gayretlerinin bir ahlâksızlık olduğunu da belirten bazı yetkililer, hadisenin tamamen temel insan hakkına karşı bir cinayet olduğunu ifade ediyorlar. Başörtülü bir kadının katledilmesi; insancıl ve hürriyetçi geçinen neoliberallerin de maskesini düşürdü. Müttefikleri olan feministlerle beraber adeta “oh oldu!” diyen bu çevrelerin hadise karşısındaki tutumu, son zamanlarda liberal tutkusuyla sarhoş olanları inşaallah ayıltır. Hatta bu cinayetin başörtülülere bir tehdit olduğunu yazanlar da var. 11 Eylül´ün Avrupa üzerine boca ettiği İslâmofobi´nin devam etmesini isteyen mihraklar, Müslüman kadınları bu tehdit ile tesettürden uzaklaştırabileceklerine inanıyorlar. Gerçi Sarkozy´nin Fransa´da örgütlediği tesettür düşmanlığı, Kuzey Afrikalı Müslümanlarda karşı refleksi netice verdi. Almanya´da da en az bir bayrak kadar dalgalandırılan başörtüsünün, bu hadise ile kuvvet toplayacağını savunanlar çok. Hürriyet adına kapalı rejim, diktatörlük ve hürriyet karşıtı idarelerle mücadele iddiasındaki neoliberallerin tesettür karşıtlığının hikmetini Musevî kökenli Köln´lü yazar Giordano ilerlemiş yaşlarında yazıyor: “Kadının açık yerlerde uygunsuz hareketini, istediği şekilde yaşamasını, toplumdaki genel serbestiyetini ve Batı toplumunun yaşam biçimini tehdit ettiğinden Avrupa´da tesettüre müsaade edilmemeli” diyor meşhur yazar. Anlaşılıyor ki, tesettür ahlâkî değerleri koruduğundan dolayı da topa tutuluyor neoliberallerce… Son İslâm Konferansıyla birlikte İslâma ve Müslümanlara birliktelik mesajları veren Schäuble gibi politikacılar, Almanya´daki İslâm ve şeâir düşmanlığının ulaştığı boyutların toplum barışını nasıl tehdit ettiğini, bu menfur cinayetten sonra daha rahat anlatacaklardır. Mahkeme salonunda akan kanı, Alman hukukçuların en güzel biçimde temizleyeceklerine inanan Müslümanlar ise, olayın yanlış yönlere çekilmemesi için şimdilik sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Zira sokağa sıçrayacak kıvılcımlardan yine İslâm ve Almanya aleyhinde çalışan dinsiz terörist örgütler yararlanacaklarından, hadise sadece hukukî boyutta takip ediliyor. Soros´un desteklediği ve içinde Ralph Giordano ile Michael Spreng gibi insaniyet ve İslâmiyet karşıtlarının konuştuğu medya da Müslümanların sokaklara dökülmesini istiyor. Bu medyanın cinayeti ırkçılık boyutuna çekme gayreti de, bayatlamış teşebbüslerdendir. Ural asıllı Rus´un Merve´nin başörtüsüne ilk saldırısını cezalandıran Almanya mahkemesini de cezalandırmayı hedef alan bu cinayetle Almanya´nın töhmet altında kalacağını bilenler, çok yönlü bir hesaplaşma ile hedeflerine yürümeye çalışıyorlar. Avrupa Birliğinin, Türkiye ve Rusya ile münasebetlerini geliştirmeye çalışan Almanya´ya karşı mücadele edenlerin ne denli sistemli çalıştıklarını tam kavrayabilmesi için, bu hadiseyi geçmişteki “İslâm karşıtı” olaylarla birlikte mütaalâ etmesinde fayda var. Bu arada, Bayan Merkel ile kadın ve aileden sorumlu bakan von den Leyen´in “Leitkultur” dedikleri hakim kültür tezleri de güme gidiyor. Millet-i hakime fikrinin günümüz Almanya´sını tam bir faşizme sürükleyeceğinden kimsenin şüphesi olmaz. Dünyanın bir köye dönüştüğü, insanlığın güzel değerleri birbiriyle paylaştığı, Hıristiyan Avrupalıların İslâmiyetteki sosyal güzelliği keşfettiği bir zamanda, eski komünist ve neoconcu kadınların “hakim kültür” diretmeleri, Almanya´nın çıkarlarına zarar verdiği gibi, günümüzdeki iç barışı da tehdit ediyor. Bedenindeki üç aylık bebeğiyle Cennete uçan Merve Şerbinî’nin, şehâdetiyle Müslüman kadınlara çok güzel kapılar açtığını, zaman içinde daha güzel müşahede edeceğiz inşaallah. 03.08.2009 E-Posta: [email protected] |