Basından Seçmeler |
Akşemseddin’in Nurcuları
BEDİÜZZAMAN, İdris-i Bitlisi’nin günümüzde bir tezahürü ve izdüşümü olmasının yanında Akşemseddin ile de arasında görünmez bağlar ve geçitler vardır. Sözgelimi, Bediüzzaman tevafuklarla kendisinin nur remziyle kuşatıldığını anlatır. Nurs ve Nurşin bu remizlerden birisidir. Bundan dolayı da eserlerine Risale-i Nur demiştir. Geçmişte ben de Akşemseddin’i okurken hep aklıma onun bu boyutu aklıma gelmiştir. Onun da nurlarla ve nur ismiyle yakın alakası vardır. Yazmış olduğu sayılı eserlerden birisinin adı Risale-i Nuriye olması asla bir tesadüf değildir. Akşemseddin’le alakalı olarak değişik zamanlarda tebliğler sunan konunun uzmanları onun da sufiler için taifetü’n nur tabiri kullandığını belirtirler. Yani Akşemseddin kendi zamanındaki sufiler için Nurcular veya Nur taifesi adını kullanmıştır. Bu mühim bir noktadır. Ayrıca bu, Akşemseddin Hazretlerinin nurlarla ve Allah’ın Nur ismiyle alakasını ve bağlantısını gösterir. Bir yönüyle de Akşemseddin döneminin Gazalisi’dir. Akbıyık Sultan’la birlikte fetihten sonra tekrar manevi fethe dönmüş ve şaşaa merkezi haline gelen İstanbul’u bırakmış, adeta kaçmış ve kendisini yeniden nisyana ve nadasa terk etmiştir. Bu Gazali’nin medreseden ve Bağdat’tan kaçışına benzer. Gazali her türlü şaşaa ve debdebeye arkasını dönerek zamanın başkentler başkenti olan Bağdat’ı bırakır ve münzevi bir biçimde iç yolculuğuna veya sufilerin tabiriyle seyrü sülüküne çıkar. Önce Şam’da bir zaman Emevi Camii’nin haziresinde ikamet eder, ardından Kudüs’e gider ve daha sonra Haremeyn iştiyakına kapılarak kutsal topraklara yüz sürer. Sonunda da sıla hasreti kendisini çeker ve Tus’a ailesinin yanına geri döner. Dolayısıyla Akşemseddin için Göynük Gazali için Tus olmuştur. Ali Şeriati’nin sosyolojik olarak kullandığı bir deyim vardır. Öze dönüş. İslâm milletlerinin kendi benliklerini bulmalarının ancak öze dönüşle mümkün olacağını öngörür. Gazali’nin ve ardından Şems’le buluşmasından sonra Mevlana’nın medreseden kaçışları ve içe dönüşleri aslında öze dönüş ve öze kaçıştır. Lakin bu psikolojik anlamda bir öze dönüştür. Dolayısıyla, öze dönerek insanın kendisini keşfetmesi ve kendisini bulması ve afakta yabancılaşmaktan kurtulmasıdır. Seyrü afakiden sonra seyrü enfüsi dairesinde seyrü sülük yapması yani iç yolculuğa çıkmasıdır. Büyükler aynı atvardan yani aşamalardan geçmişlerdir. Gazali’nin ölümüyle Akşemseddin’in ölüm anı ve sahnesi aynıdır. Tam bir sahv yani uyanıklık hali ve tam bir Allah’a teslimiyet anıdır. Onlar için ölüm düğün bayramdır. Sanki onların ölümü Allah’ın nefs-i mutmainneye hitabının tezahür ettiği haldir. İhtiyari buluşmadır. Gazali nispeten daha genç yaşta vefat etmiştir. Akşemseddin ise 70’ine merdiven dayamış bir vaziyette vefat etmiş ve dünyaya bağlılığını evladu iyalinin yetim ve perişan bırakmama arzusuna bağlamıştır. Eşinin bu yönde tarizde bulunması üzerine naz makamının bir tezahürü olarak eşini dostunu çağırmış ve onlarla vedalaşmış ve son yolculuğa dostlarının arasında çıkmıştır. Ahirzaman diliminde kimileri hak üzerinde sebat eden topluluğa taife-i mansura yani muzaffer bölük demiş kimisi de bunlara hak üzerine kaim olanlar topluluğu demiştir. Bediüzzaman da la tezalu taifetün min ümmeti’ hadisinin masadaklarından birisinin Nurcular olduğunu söylemiştir. Bu topluluk veya müjde de müceddit hadisinde olduğu gibi hasr yani tekel ifade etmez. Çokluk ifade eder. Birçok benzeri topluluğu da içinde barındırabilir. Lakin bunun numune ve tezahürlerinden birisi elbette ki Nur şakirtleri olabilir. Akşemseddin’in kendi dönemi Nurcuları yani sufileri için söylediğini Gazali de kendi dönemine uygular. Dalaletten Kurtuluş adlı eserinde hakkı arayan taifeleri ve bölükleri saydıktan sonra sadece Sufilerin gerçek manada hak üzerine zahir ve kaim olduklarını söyler. Zira tecerrüt ve ihlas makamındadırlar. Bu topluluklardan birisi kelam alimleridir ve onların derdi hakkı aramaktan ziyade hak adına galebe çalmaktır. Onlara göre, hak daima kendi taraflarında batıl ise daima karşı taraftadır. Bundan dolayı onlar bir nevi inhisarcı ve maniheisttirler. Gazali de kelamcı olmasına rağmen hakperesttir ve bu bağlamda sıfatlar konusunda Mutezile’nin anlayışını daha isabetli bulmuştur. Hakkı arayıp da bulamayan ikinci grup ise batinilerdir ve bunlar yine hakikatin gizlice kendi tekellerinde olduğunu vehmederler. Gazali bunlara talimiyye de der. Bir başka bölük ise filozoflardır ve akıllarına itimatta ölçüyü kaçırmışlar ve böylece akıl üzerinden nefislerinin tuzaklarına düşmüşlerdir. Hakikatte isabet eden tek bölük olarak sufileri görür. Hakiki sufilerin de kibrit-i ahmer gibi nadir olduklarını ifade eder. Sadede gelecek olursak; Akşemseddin’in nurcularından günümüze bir izdüşüm vardır. Hayatını bir nevi Akşemseddin araştırmalarına vakfeden ve aynı zamanda kendisini nurcu olarak gören ve sayan Ali İhsan Yurd da aslında kadim nurculuk ile cedit nurculuğun buluşma noktası ve köprüsüdür. Bu kaderin bir remzidir. Bu anlamda, Akşemseddin’in ifadesiyle iki dönem arasında bir mecmae’l bayreyn konumundadır. Akşemseddin insanı zahiri ve batini denizlerin; mülk ile meleküt aleminin buluşma noktası olarak görür. Ali İhsan Yurd da çalışmalarıyla böyle olmuş ve iki dönem ‘nurculuğu’ arasında köprü vazifesi ifa etmiştir.
Mustafa Özcan
Vakit, 3 Eylül 2009 |
04.09.2009 |