M. Latif SALİHOĞLU |
|
Niyet ve yöntem |
İyi niyet şart; olmazsa olmaz şartlardan biri. Ancak, iyi ve hayırlı bir netice hâsıl etmek için, öncelikle irade ve dirayet sahibi olmak, bunun yanı sıra doğru ve geçerli bir usûl dairesi içinde hareket etmek gerekir. Zira, usûl esastan önce gelir. Usûl, esastan daha mühim değil; ancak, sıralamada usûl öncelik taşır. Usûl–erkân bilmeden, yol–yordam bilinmeden, doğru hedefe varılmaz, hayırlı neticeler istihsal edilmez. Meşhûr darb–ı meseldir: "Maksada vâsıl oluş, usûle riayet edişledir." İşte, bu prensipler ve kaideler çerçevesi günümüz meselelerine baktığımızda, bir dizi usûl hatasının yapıldığını görmekteyiz. Bundan dolayı da, hayırlı ve memnuniyet verici neticelere bir türlü vâsıl olunamıyor. Meselâ, iki sene evvel Meclis'in gündemine getirilen "üniversitelerde başörtüsü hürriyeti" meselesi, yapılan ciddî usûl hataları sebebiyle sarpa sardı ve aşılması daha da zor mecraya sürüklendi. Kezâ, yeni ve sivil bir anayasa hazırlama meselesi gibi, bugünlerde hararetle tartışılan "Kürt açılımı" meselesinde de son derece ciddî ve tehlikeli usûl hatalarının işlendiğine şahit olmaktayız. Doğrusu, bu da bizi endişelendiriyor ve yakın vadeli gelecek hakkında tedirgin ediyor. Yanlış anlaşılmamak ve kimi halkçı, ırkçı, militarist ve komitacı çevrelerle aynı paralelde mülâhaza edilmemek için tekrar edelim ki: Orta yerde bir iyi niyet ve bir samimiyet gösterisi vardır. Dahası, bu iyi niyete dayalı çabalarla ciddî ve kalıcı bir yol haritası belirleme azim ve gayreti de sergileniyor. Ne var ki, bütün bunlar "Kürt konusu" gibi Türkiye'nin kronikleşmiş bir derdine devâ bulmaya yetmez. Bu öylesine netameli bir meseledir ki—usûl hatası yapıldığı takdirde—çözmek isteyeni çözerler, bitirmek isteyeni bitirirler. Maalesef, bu konuda yapılan ciddî usûl hataları sebebiyle, iş çığrından çıkma ve ipin ucu kaçma noktasına geldi. Ezcümle: Konu, öncelikli olarak Meclis zemininde ve şeffafiyet içinde görüşülüp konuşulmak yerine, bir kapalı kutu hüviyetinde görünen ve orada ne olup bittiği kamuoyunca bilinmeyen MGK atmosferine taşındı. Dahası, konuyla ilgili olarak MGK'nın açıklamaları ile askerî cenahın açıklamaları arasında ülfet ve münasebet görünmeyen, hatta dışarıya birbirine zıt gibi görünen bir uslûpta bilgiler sunuluyor. Ve, çok mühim bir nokta: En başta bir "demokratik mutabakat" çerçevesi içinde kamuoyu ile paylaşılması gereken bu müzmin mesele, fikrî ve siyasî cenâhlar arasında tam bir zıtlaşma, didişme, kavfa, salvo, hakaret ve küfürleşme yörüngesine kaydırılmış oldu. Bütün bunlar, yapılan ciddî usûl hatalarının birer zehirli meyvesinden ibaret. Temenni edelim ki, hayırlı neticeye vâsıl olmak için, öncelikle doğru ve geçerli usûllere riayet edilerek yola devam edilsin.
Tarihin yorumu 26 Ağustos 1926
Muhalifleri bitirme plânı
Hayalî "İzmir Sûikastı" bahanesiyle muhalif kişilere yönelik cezalandırma işlemine İzmir'den sonra Ankara'da da devam edildi. 13 Temmuz 1926'da İzmir'de karara bağlanan dâvâ neticesinde, asker ve siyaset erbabından onlarca kişiye ceza yağdırıldı. Bazı asker ve mebuslar idam edildi. Bu arada Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar, Refet Bele gibi İstiklâl Harbi kahramanlarıyla bazı milletvekilleri de idam edilmekten kılpayı kurtuldu. Ne var ki, muhalifleri bitirme planı henüz tamamlanmamıştı. İzmir'den sonra Ankara'ya gelen İstiklâl Mahkemesi üyeleri, aynı dâvânın devamı mahiyetinde burada da faaliyetine devam etti. Ankara İstiklâl Mahkemesinin 26 Ağustos 1926 tarihli tebliğ kararına göre, aralarında Hamidiye Kahramanı Rauf Orbay'ın da bulunduğu birçok asker ve siyasî muhalifin daha cezalandırılması isteniyordu. Verilen karar gereği, Rauf Bey ve bir grup arkadaşı çeşitli hapis ve sürgün cezasına çarptırılırken, birçok mebus, bürokrat ve askerin de aralarında bulunduğu kimseler ise Ankara'da idam edildi. Baskıların artması üzerine, önce milletvekilliğinden istifa eden Refet Bele Paşa, bir süre sonra askerlik mesleğinden de ayrılmak zorunda kaldı. Halk Partisi zihniyetine muhalif görülen asker, sivil, bürokrat, siyasetçi, onlarca vatanperveri cezalandıran İstiklâl Mahkemesi, başlangıçta (1920) başka maksatlarla (vatan hainlerini cezalandırma maksadıyla) kurulmuştu. 1924'ten sonra ise, bu mahkeme doğrudan doğruya tek parti zihniyetine muhalif olanları ezme, sindirme ve hatta yok etme politikalarının âleti haline getirildi. Evet, İzmir Sûikastı hayalî bir vakıa olduğu gibi, verilen ağır kararların gerekçeleri de birer bahaneden öteye gitmiyor. Düşünün, koca devletin istihbarat teşkilâtı ile bilumum emniyet birimlerinin göremediği, tesbit edemediği bir suikast plânını İzmir'de balıkçılık yapan Şevki isminde bir motorcu görüp tesbit etmiş... Bu arada, muhbirlik yapan motorcu Şevki'ye de o günün parasıyla devlet kesesinden 6500 liranın mükâfat olarak verildiğini hatırlatmış olalım. 26.08.2009 E-Posta: [email protected] |