Basından Seçmeler |
Ramazan beden ve ruh için müthiş bir ‘iç doktor’dur
Eğer iyi hayat yolunda bir şeyler yapmak istiyorsanız önünüzde kocaman bir fırsat var. Bir aylık mükemmel bir farkındalık yolculuğu fırsatıdır bu. Bedensel ve ruhsal ağırlıklarınızdan kurtulmanız, yeniden kendiniz olmanız, farkındalıklarınızı çoğaltmanız, coşkuyu, neşeyi, sevmeyi, gülmeyi, anlamayı, öğrenmeyi, paylaşmayı ve vermeyi arttırmanız için otuz günlük kocaman bir fırsat. Ramazan ayı iyi bir hayatı yeniden inşa etmek, iyi bir hayatın yolculuğuna yeniden başlayabilmek, iyi bir hayata can suyu verebilmek için mükemmel bir fırsattır. Kabullenmek için, şükretmek, affetmek için, arınıp değişmek için, ağırlıklardan kurtulup hafiflemek için, cömertlik, alçak gönüllük ve sevgi için çok iyi bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirin. Bu fırsatı lütfen iyi değerlendirin.
RAMAZAN DİYET AYI DEĞİLDİR Ben prensip olarak çok önemli bir sağlık sorunu olmayan hastalarımın, ‘Oruç tutabilir miyim’ sorusunu, ‘Evet’ diye yanıtlarım. Daha önce de yazdım, bir daha tekrarlayayım: Ben bu mübarek ayın beden ve ruh için müthiş bir iyileştirici bir ‘iç doktor’ olduğuna inananlardanım. Ramazan ayında yapılabilecek en önemli yanlışlardan biri bu ayı bir ‘diyet zamanı’ gibi değerlendirmektir. Ramazan ayının anlamını ve faydasını bu kadar bozan bir yaklaşım düşünemiyorum. Gazete ve dergilerde konunun uzmanlarının hazırladığı ‘Kilo Verdiren Ramazan Diyetleri’ni, yaptıkları tarifleri, açıklamaları, önerileri gördükçe hayretler içinde kalıyorum. Yeniden hatırlatalım ki Ramazan ayı, kilo verme, diyet yapma, zayıflama için hiç de uygun bir zaman değildir. Bu güzel ay sahip olmanın değil kendiniz olmanın, şükredip inanmanın, huzura, sevgiye, saygıya ve paylaşmaya odaklanmanın ve hayatı bize sunan sonsuz güce sınırsız inanmanın zamanıdır. Eğer bu süre içerisinde bilinen bazı yanlışları tekrarlamazsanız ne kilo alırsınız, ne şişmanlarsınız. Tersine birkaç kilo yağdan kurtulmanız bile mümkündür. Yapmanız gereken ‘Ramazan’a Özel Diyet Listeleri’ aramak yerine deneyimli bir beslenme uzmanıyla konuşarak ‘yapacaklarınız ve yapmayacaklarınızı’ öğrenmektir. İyi bir hayat inşa etmenin en etkili yolu huzura odaklanmaktır. Ramazan ayının en önemli yararı ise bedene ve ruha verdiği huzur desteğidir. Bu huzur sizi kanserden de ülserden de başka hastalıklardan da koruyacaktır! Huzuru bol, keyfi, neşesi, eğlencesi zengin, koşuşturması, üzüntüsü, endişesi, korkusu az bir hayatın bedensel ve ruhsal bağışıklığı güçlendireceğini bilmelisiniz. Bu ayda sevdiklerinize, inançlarınıza, değerlerinize ve aidiyet duygunuzu geliştiren diğer güçlerinize sarıldıkça, bedeniniz de ruhunuz da iyileşecek, hastalıklara karşı direnç kazanacaktır. Bu ay tutacağınız oruçlar sadece bedeniniz değil, ruhunuzu da arındırır. Size yalnızca bedeninizde biriken toksinleri atma fırsatı vermez, ruhsal arınmayı da hızlandırır. Ramazan bu yönüyle çok güçlü bir bedensel ve ruhsal arınma ayıdır. Bu ayın sonunda daha önce bir türlü kurtulamadığınız gaz, şişkinlik, yanma, kaynama gibi mide-bağırsak, kaşıntı, döküntü, kuruluk, saç dökülmesi gibi cilt problemlerinizden ve hatta uyku sorunları gibi ruhsal sorunlarınızdan önemli ölçüde kurtulduğunuzu görürseniz sakın şaşırmayın. Sebebi yukarıda belirttiğim güçlü ruhsal ve bedensel arınmadır. Eğer bu ayı daha da sağlıklı bir ay haline getirmek istiyorsanız, hastalara, yaşlı ve yoksullara yardım etmeyi unutmayın. Aile büyüklerinizi, akrabalarınızı ziyaret edin, hiç olmazsa telefonla arayın. Kaybettiğiniz dostlarınızı, akrabalarınızı hatırlayın ve onlara ışık yüklü, güzel dualar yollayın. Bu ay her akşam yarım saatinizi “iç hesaplaşmalarınız” için ayırın. Bunu korkmadan, çekinmeden, kendinizle bir kavga haline getirmeden yapın. Doğru ve iyi yanlarınızı (iyimserlik, yardımseverlik, affedicilik, hoşgörü, iltifat, sevgi...), yanlışlarınızı (kıskançlık, korku, endişe, olumsuzluk...) yan yana koyun ve iyilerini çoğaltmaya, kötülerini azaltmaya çalışın. Bu ay her zamankinden daha çok af ve özür dileyin. Daha çok şükredin. Prof. Dr. Osman Müftüoğlu Hürriyet, 24.8.2009 |
26.08.2009 |
Sürecin iki partisi
İSTER “demokratik açılım” denilsin ister “Kürt açılımı” denilsin önemli bir sürecin başladığı bir gerçek. Burada tarafların konumları ne olursa olsun iki aktörün durumu önemli: AKP’nin temsil ettiği çevre, DTP’nin temsil ettiği oluşum. Hükümetin bu konuda atacağı adım, muhtemelen devletin de son fırsatlarından biri olarak değerlendirilmeli. “Devlet partisi” olarak bilinen CHP’nin tutumu burada dikkat çekici. Aslında CHP ve bir noktada MHP devlet erkinin reflekslerini, psikolojik engelleri temsil ediyor. Baykal’ın siyasetsizlik anlamına gelen açıklamaları Türk seçkinlerin aşmakta zorlandıkları psikolojik duvarı yansımasından ibaret. MHP ile CHP aynı kökten beslenen ideolojik kurgunun sağ ve sol versiyonları oldukları için tepkilerindeki ortak payda anlaşılabilir. Bahçeli’nin gittikçe ölçü sınırlarını zorlayan tutumu, adeta kan dökülmesine davetiye çıkaran söylemi ‘ideolojinin bitişi’yle açıklanabilir. Kemalist seçkinlerin Kürt meselesinde ideolojik engellerin yanı sıra psikolojik duvarları da aşamaması AKP açısından avantaj haline gelmiş görünüyor. Süreçte dış faktör olmadığını düşünmek fazlasıyla saflık olur. Ama dış etkenleri mutlak faktör olarak görmek de bir paranoyadır. Sonuçta iç dinamiklerin, aktörlerin halletmesi gereken bir sorundan bahsediyoruz. Devletin en üst kurumunca da desteklenen bu süreci ne CHP ne de devlet nezdinde makbul çevrelerin gerçekleştirmesi mümkün değildi. AKP’nin en azından geldiği sosyolojik ve kültürel taban bu tür açılıma daha barışık bir zemin sunuyor. Bu açılımın neleri içerdiğini, sistemde ne türden dönüşümlere gebe olduğunu henüz kestirmek mümkün değil. Ama ipuçları görünmeye başladı. Ancak bu süreç sistem içinde bir ‘paradiğma dönüşümü’ne vardıracak bir açılımla sonuçlanacak olursa devlet partisi kavramından ciddi kırılma olacak demektir. Yani sistemde köklü bir anlayış değişimiyle sonuçlanacak olursa bu süreç, AKP, “devlet partisi” konumunu CHP’den alabilir… Muhalif bir söylemle ve sosyolojik olarak ötekilerin temsilcisi olarak iktidara gelen AK Parti, zaten içine girdiği sisteme entegre olma sürecini böylelikle tamamlamış olacaktır. CHP’nin telaşı muhtemelen devlet partisi ayrıcalığının elinden alınıyor olmasına yöneliktir. İktidar olamasa da devleti etkileme, temel politikaları yönlendirme gücünün kaybedilmesi anlamına geliyor. Sürecin diğer tarafında yer alan DTP ise yine devlet seçkinlerinin tutumu sonucu Kürt kimliğinin kazandıran “öncü parti” konumuna yükselecek büyük ihtimalle. Kürt kimliğini inkar üzerine kurulu söylemin partisi olmakta ısrar etmek nasıl CHP’yi düşüşe geçiyorsa, bu kazanımın önderi olarak da DTP’nin temsil potansiyeli artırılmış olacak. Müesses nizam, AK Partiyi merkez konuma getirerek muhalif söyleme, öteki kesimlere taviz verdiği düşünülse bile DTP’yi yükselterek Kürt kesimin temsiliyetini batıcı ve seküler bit kadroya başarıyla devretmiş oluyor. Kürt meselesini aşmak için AKP kadrolarının elverişli görülmesinin arkaplanındaki, Müslümanlıktan beslenen anlam çerçevesine, bu süreçte kullanışlı bir araçsallık işlevi gördüğü ve bundan öte bir anlam verilmediği ortada. Bu nedenle AKP’nin devlet partisi haline gelmesi ile devletin bu partinin temsil ettiğine inanılan değerlerle barışması farklı olgular. Süreç başarılı olursa Kürtler daha seküler aktörlerle temsil edilecek, bu süreci taşıyan iktidar partisi de seküler seçkinlerle daha barışık hale gelecek. Olayı seküler temsil düzeyinde açıklamaya çalışmamın nedeni, bunca tarihsel deneyime rağmen ortaya atılan çözüm formüllerinin hiç birinde bu toprakların birikimine herhangi atıfta bulunulmamasıdır. Oysa çözümü sahici kılacak olan da bu tarihi referans olabilir.. Bu birikimin, Müslümanlığın Anadolu’da yoğurduğu biraradalık, kardeşlikten ibaret olduğunu hatırlayan var mı? Olaya inanmak ya da inanmaktan bağımsız olarak, dürüstçe yaklaşıldığında; en azından kültürel ve tarihsel anlamda yapılacak bir çözümlemenin sonucu bizi Müslümanlıkla yüzleşmeye getirecektir. Müslümanlık olmadan nasıl Türklerin bu topraklarda varlığı açıklanmazsa Türklerle Kürtlerin ve başkalarının bir arada yaşamaları da açıklanamaz. Bu gerçekle barışmadan “açılımlar” yeni ‘kapanmalara’ gebe olabilir. Akif Emre Yeni Şafak, 25.8.2009 |
26.08.2009 |