Cevher İLHAN |
|
Neyin “açılım”ı? |
“Açılım”ın en büyük handikapı hâlâ belirsizlik içinde olması. “Açılım”ı ortaya atan hükûmetin mâhiyetini ortaya koyamaması. Bu yüzden herkes kendine göre bir “açılım”dan bahsetmekte; doğru dürüst tartışılamamakta… Genelkurmay Başkanı’nın, Zafer haftası münasebetiyle, “ulus-devlet ve üniter-devlet yapısına hiçbir gerekçeyle zarar verilmesinin kabul edilmeyeceği” açıklaması üzerine, Başbakan’ın şehid âilelerini kabulde “üniter yapımız üzerinde herhangi bir spekülasyona meydan verilmesi asla kabul edilemez” demesi, siyasî iktidarın belirsizlik içinde yalpalanan demokratik irâde zâfiyetinin açık ifâdesi. Başbuğ’un, “Kültürel farklılıklar siyasallaştırılamaz, siyasal temsil aracı ve toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilemez” çıkışının ardından Erdoğan’ın, seçim meydanlarındaki “tek bayrak, tek devlet, tek millet” tekerlemesini tekrarı, hükûmetin “açılım” hazırsızlığının belirtisi. Keza aylık “ulusa sesleniş” konuşmasında uzun uzun “açılım”ın önemini anlatan ve kimsenin bu süreçten ihânet çıkarmaması gerektiğini söyleyen Başbakan’ın, “Biz bir çerçeve dayatmıyoruz, çünkü biz Türkiye’nin bütünü değiliz” cümlesi, bunca tartışmaya rağmen hâlâ hükûmetin “açılım çerçevesi”nin çizilmediğinin açık ikrarı.
BELİRSİZLİK İÇİNDE DEMOKRATİK İRÂDE ZAAFI… İktidarının yedinci yılında meseleyi ancak gündeme getiren Erdoğan’ın, sürekli asıl sorumluluğu önceki hükûmetlerin üzerine atması ve sıfırdan aldığı terörün en son karakol baskınlarıyla azmasının ardından gündeme getirilen “açılım” hakkında hâlâ olarak hâlâ siyasî ve sosyal çevrelere “Gelsinler yeni açılım yapalım” çağrısı, sözünü ettiği “açılım projesi”nin olmadığını ele veriyor. Belli ki ortaya çerçevesi belirlenmiş bir “açılım projesi” yok. Siyasî iktidar esen rüzgâra göre yelken açıyor. Siyasî iktidarın yedi yıl sonra konuyu gündeme getirdiği “açılım”ın daha adının bile konmamasının, kâh “Kürt açılımı”ndan, kâh “demokratikleşme”den dem vurulması bunun göstergesi. Oysa “etnik haklar”ın olmayacağı, bölgesel ırkî ayırımlar ve kimlik farklılıkları üzerine bina edilen bir “demokratikleşme”nin birliğe ve bütünlüğe değil, ayrılığa sebebiyet vereceği aşikâr. Meselenin münhasıran bir “Kürt sonunu ve açılımı” olarak ele alınması, problemleri çözmek yerine daha da derinleştirir. Hak ve hürriyetlerin ırk ve kavmiyet temelinde istimali, fitneyi azdırır. Demokrasi ve özgürlükler alanındaki müsbet gelişmeleri de tersine çevirip ayrılığın tahrikine sebebiyet verdirir. Bediüzzaman’ın tesbitiyle, meyl-i iftirak (ayrılık düşüncesi) marazını tahrikle “asabiyet-i câhiliyeyi (kavmiyetçiliği, ırkçılığı) ikaz eder (uyandırır.) (Eski Said Dönemi Eserleri, 183-184) Ankara’nın bu “sorun”u da içine alan bir demokrasi ve özgürlükler sorunu olduğu, Cumhuriyet tarihinin en kabarık iddianâmeli ve en kalabalık sanıklı dâvâlarının başında gelen “Ergenekon”a rağmen, gerçek darbelerin ve darbecilerin hâlâ yargılanmamasıyla ortada. Hâlâ “darbe anayasası” yürürlükte. Millet irâdesinin temsilcisi Meclis’i kapatan, meşrû hükûmeti deviren darbeciler hâlâ korunup kollanıyor.
TÜRKİYE’NİN DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜKLER SORUNU VAR Üzerinden 29 yıl geçtiği halde darbecileri koruyup kollayan “geçici 15. madde”yle 12 Eylül darbesini yapanlar, darbeciler ve siyasî taşeronlarının “her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddia edilemeyeceği ve yargılanamayacakları” hükmü duruyor. “İrtica tehdidi”yle ülkede terör estiren, onbinlerce vatandaşı fişleyen, yüksek yargı mensuplarını, rektörleri, bürokratları, iş adamlarını, gazetecileri karargâhta toplayıp dakikalarca “irtica ile mücadele” nutkunu alkışlatan 28 Şubat “postmodern darbe” dayatıcıları, dışarıda. Tatil şehirlerine ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşıyorlar. Darbelerden kalma yasaklı yasalar hak ve hürriyetleri kısıtlıyor. Türkiye’nin AB’ye taahhüdüne rağmen, siyasî partilerde lider-genel merkez sultasıyla seçmen irâdesinin tecellisini engelleyen, siyasetin demokratikleşmesinin önünü kapatan “siyasî partiler ve seçim kanunu” çıkarılmış değil. YAŞ’ın sorgusuz-sualsiz yargısız ihraçlarından, Kur’ân kurslarındaki yaş yasağına kadar, temel insan hak ve hürriyetlerinin başında gelen inanç ve eğitim hakkı ve hürriyeti engelleniyor. Doğrusu, Türkiye’nin münhasıran bir “Kürt sorunu” değil, bütün millet için topyekûn demokrasi ve özgürlükler sorunu var. Bütün vatandaşların bireysel hak ve hürriyetler problemi var… Ankara’nın “açılım”ı kültürel, ekonomik ve sosyal bütün veçheleriyle, topyekûn demokratikleşme ve özgürlükler sorunu kapsamında ele alması lâzım… 29.08.2009 E-Posta: [email protected] |