Yasemin YAŞAR |
|
Büyük dâvâlar, ciddî insanların omuzlarında büyür |
C iddiyet mü’minin hayatında çok önemli bir kavramdır. Bunun zıddı olan belki de inananlarda hiç olmaması gereken diğer bir kavram da laubaliliktir. Ciddiyet insanın manevî hayatı ve ahlâkıyla doğrudan ilgilidir. Kelime anlamı olarak ağır başlı, sakin, gayretli olma halidir. Üzerine aldığı iş ve vazifelerde ihmalkârlık göstermeme, yersiz konuşmama ve gülmeme, adab ve kaidelere uyma gibi anlamlar içerir. İslâmî literatürde de vakar kelimesine çok yakın bir anlam ifade eder. Mü’min için güzel ahlâk sayılan vakar ve ciddiyet, ahlâk-ı aliyeden doğan yüksek bir haldir. Ciddiyet, himmet sahibi dâvâ insanlarının sahip olması gereken bir tavırdır. Bediüzzaman, “Ahlâk-ı aliyeyi ve yüksek huyları hakikate yapıştıran ciddiyet ve sıdktır” demiştir. Özellikle imanî konularda ciddiyet fevkalâde önemlidir. İnsan kendini, dünyaya gönderiliş amacını, emanet-i kübrayı, emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker vazifesini, bu dünya kadar geniş bir ebedî memleketi kazanma ve kaybetme dâvâsının başına açıldığını, ihsan-ı İlâhî tarafından omuzlarına konan hazineyi, verilen nimetleri ve nimetler içindeki iltifatat-ı Rahmaniyeyi, ölüm hakikatini, kabrin öbür tarafı için taahhüt edilmemiş olan endişe-i istikbal hissini nerede kullandığını, insanların rızasını tahsilin çok müşkül ve hatta mümkün olmadığını, verilen emanetlerle hakkıyla emanet şuuruyla ilgilenip ilgilenmediğini, aldığı nefesin şükrünü yapıp yapmadığını, verilen onca mükemmel cihazatları ne uğrunda kullanıp kullanmadığı gibi insan olma ile alâkalı hatta esma-i Hüsna kadar sorularla zihni meşgul olsa, hayatında acaba laubalilik denen ciddiyetsizlik veya gaflet halleri görülebilir mi? Hasılı, abd olduğu bilinci, ister istemez insanı ciddiyete çekecektir. Çünkü kul olma bilinci, sürekli bir sorumluluk demektir. Her an Rabbi olan Allah’ın huzurunda olduğu, O’ndan hiçbir şeyin gizlenemediği, O, kalplerden geçen her şeyi bilir hakikatine ulaştıracak ve insan gerek iç âlemi ve gerekse dış âleminde olması gereken ciddiyetle abdiyyetini yaşayacaktır. Dolayısıyla insan, her haline nazar eden Allah’ı düşünüp, yaptığı, hatta düşündüğü ve kalbinden geçen her şeyi, şuurlu ve titizlik içerisinde yapacaktır. Bu da insanı kâmil mânâda ciddî insan olmaya sevk edecektir. Hayatın anlamını, ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini ve bu dünyadaki hakikî vazifesini bilen insan, elbette ciddî bir hale bürünecektir. İşte onun, olması gereken bu hali, davranışlarında, sosyal ilişkilerinde de bazı ahlâkî prensipleri otomatik olarak doğuracaktır. Meselâ, sıdk ve doğruluk, ciddî olan bir insanın ahlâkıdır. Çünkü bir Müslüman, her işinde ve her davranışında doğru olmalıdır. Doğru İslâmiyet ve İslâmiyete lâyık doğruluk denen hal, ciddiyet kavramıyla doğrudan alâkalıdır., Meselâ, ciddî insanların bir başka özelliği de, onların marifetleri, ilme, öğrenmeye olan ilgileridir. Çünkü ilim sayesinde Cenâb-ı Hak tanınır ve kulluk ona göre tanzim edilir. Onun marziyatı bilindiği ölçüde hayat düzene konur. “İlim onu tart eder, cehil onu dâvet eder” (Sözler) düsturu musîbetlerde ve vesvesede kullanılan bir düsturdur. Bu düsturu ciddiyet kavramı içinde kullanmak mümkündür. Hakikî ilim seviyesi arttıkça, insanın sığınması da, ciddiyeti de ve buna bağlı diğer âlî ahlâkı da artacaktır. Ciddiyetin edeple de alâkası vardır. Cenâb-ı Hak ile Kur’ân, peygamber, sahabeler ile alâkalı meseleler edepsizliği kaldırmayacak kadar ciddî meselelerdir. Bu konular, ileri, geri konuşulmayacak, şüphe ve vehimlerden arındırılacak bir hali gerektirir. Saygıyı netice veren ciddiyet hali, hiç şüphesiz mahlûkata karşı da olması gereken bir haldir. Çünkü insan yaratılanı Yaratandan ötürü sever, bu sevginin içine bütün mahlûkat girebilir. Bu sevgi ve ciddiyet, mahlûkatın hukukuna saygı olarak tezahür eder, iktisat ve hürmet olarak açığa çıkar. Ciddiyet, hizmet gayesi ve hedefinde olan insanların en önemli vasıflarından birisi olmalıdır. Çünkü mesuliyetlerinin ağırlığı, omuzlarında hissettikleri sorumluluk onları ağır başlı olmaya itecektir. Mantık kaidesine göre, eğer hizmetlerle uğraşan insan ciddiyetsiz ise, o zaman sorumluluk ve mesuliyet bilincine ulaşmamış demektir. Dâvâ insanları, yersiz konuşmalardan, gülüşmelerden, ölçüsüz şakalardan uzak olmalıdır. Çünkü ciddiyetsiz her tavır, o insanları örnek alanların kuvve-i maneviyesinin kırılmasına sebep olur. Dolayısıyla onlarda hakim olan neşe hali, peygamberî ölçüler içerisindedir. Bulunduğu dâvânın kıymetini idrak edememekten doğan ciddiyetsizlik halleri olan insanın, diğer hususlarda da ciddî olması beklenemez. Hayatın kendisi ciddî bir meseledir. Küçücük bir ihmali dahi kaldıramayacak kadar hassastır. Maddî hayat böyle iken, manevî hayat da öyledir. Kalp ve aklımıza giren her şey, şeriat ve sünnet süzgecinden geçirilmezse, ruhumuzda ve kalbimizde yaralar açar. Bu da manevî hayatın ölümünü netice verecek bir sonuç ortaya çıkaracaktır. Manevî hayatlarını koruma noktasında ciddiyetsiz olan insanlar, maddî hayatlarını da hastalandırmaktadırlar. Her türlü sefahat ve günah aslında ciddiye alınmayan hayatların içine düştüğü çukurlardır. Farkındalığı kaybetmek, insanı anlamsızlığa; o da ümitsizliğe, o ise ciddiyetsizliğe sürükleyecektir. Bu halde olan bir insanın ise, yapamayacağı kötülük, zulüm ve günah kalmaz. Hasılı ciddiyet, farkında olmakla başlayan bir haldir. İnsan ve insanla alâkalı bütün meseleler, ciddîyetsizliği kaldırmayacak kadar ciddîdir. Ciddîyet, dışımızdakilerle münasebetlerimizi bir çizgiye oturtmamızı, vasatı yaşamamızı netice verecektir. Çünkü dışarıda bizim iyi niyetimizi, hoşgörümüzü, değerlerimizi hiçe saymaya çalışan yılışık tipler olacaktır. Ama bizim koyduğumuz ciddî tavırlara karşı, onlar da hadlerini bilecek, güzel duygu ve davranışlarımızı suistimal edemeyeceklerdir. İslâmî davranış tarzının bu derece dejenere olmasının altında, ciddî olması gereken insanların ciddiyetsiz tavırları ve ölçüsüz davranışları bulunmaktadır. Bu, böyle insanların kendisinin ciddîyetsiz tavırları ya da ciddîyetsiz ortamlara tavır koyamamanın bir sonucudur. Çünkü doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu davranışlarımıza taşımadığımızda, büyük veballerin altına girilmiş olunacaktır. İnsanların hal ve hareketlerindeki, oturuş ve kalkışlarındaki ciddiyet, iman ve ilim derinliğine bağlıdır. Ciddiyetin seviyesi, her insana, o insanın iman ve marifet ufkuna, ayrıca ciddî olması gereken yere ve konuma göre değişiklik arz eder. Ciddîyet buz gibi olmak değildir elbette. Yerinde sergilenen davranış anlamlıdır. Aksi halde ciddîyetin nerede, nasıl ve kime karşı kullanılacağı ayarlanmazsa, kibre ve tehevvüre dönüşebilir. Özellikle de, sorumluluğumuz altındaki kimselerle olan münasebetlerin bu ölçüler içerisinde olması gerekmektedir. Netice itibariyle, “Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikate yapıştıran ve ahlâkı daima yaşattıran ciddiyet ve sıdktır.” (İşârâtü’l-İ’caz) 02.08.2009 E-Posta: [email protected] |