Nejat EREN |
|
SORGULAMAK |
Sorgulamak, belki soğuk ve mat bir kelime ve ifade. Ama hayat için, yaşamak için, insan ve insanlık için çok da önemli bir ifade ve kavram. Müsbeti de var, menfîsi de... Müsbeti; her bir insanın, kendisinden başlayarak, dar çerçeveden, geniş bir çevreye kadar iç ve dış dünyasında meydana gelen hadiseleri bir akıl, mantık süzgecinden geçirip değerlendirmesi demektir. Buna İslâmî literatürde “nefis muhasebesi” denir. Günlük hayatta ise “özeleştiri, otokritik, empati… vb” gibi tâbirler kullanılır. Kendini bilen, akıllı, inançlı bir insan, neyi, ne zaman, niçin, kime, nasıl ve neden yaptığını, dengeli ve muhakemeli sorguyalabilirse, hem hayattan ders ve ibret alan iyi bir fert, hem de Yaratanıyla arasındaki bağı iyi kurmuş makbul bir kul konumunu sağlar. Sorgulamak, aslında hakkı bulmanın, adaleti sağlamanın, hukuku yerli yerine oturtmanın, meşrû sınırlar içersinde kalmanın adıdır. Haddini bilmektir, hakkına razı olmaktır. Bir nev'î teslimiyetir. Sorgulamanın zirve noktası, kişinin kendi kendini iç dünyasında ve vicdanında hesaba çekmesidir. Neticede de kusurlarını hem “Hakka”, hem de “halka” karşı itiraf etmesidir. Sorgulamanın menfîsi ise; yerinde kullanılmadığı zaman felâkete dönüşendir. Haddi aşmaktır. Şüphedir, ithamdır, inkârdır, iftiradır, saldırıdır, hakka tecavüzdür. Karalamadır. Yıkımdır. Tahribattır. Olaylar karşısında kendisinin dışında herkesi suçlayan bir görüntü sergileyen “ruh halinin” gerçek mânâda ciddî bir problem olduğu ve tedaviye ihtiyaç duyduğu açıktır. Aslında böyle bir ruh sahibinin tedaviyi kabullenmesi de kolay değildir. Burada feci hal ise; meydana gelen olay ve musîbetler karşısında Yaratanın ve kaderin suçlanması ve itham edilmesidir. Bilerek ve bilmeyerek–maalesef—çoğu insan buralarda takılıyor ve yanlışa gidebiliyor. Doğru çözüm, doğru metotla bulunacağına göre her konuda olduğu gibi bu konuda da itimat edilebilir bir rehbere, sağlam, tutarlı fikir ve yorumlara ihtiyaç vardır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da doğru çözümü ve yorumları üreten, asrımızın “manevî noteri ve sigortası” olan Risâle-i Nur Külliyatı ve onun eşsiz müellifi Bediüzzaman gibi bir dâhî şahsiyet vardır Elhamdülillâh. Asrın Manevî Tabibi bu gibi musîbet ve felâketlerin, aslında “kalın gaflet perdelerini” yıktığını gayet güzel anlatır, yorumlar ve izah eder. Buna misâl olarak da ikinci dünya savaşının yıkıcı neticelerini verir. “Nev-î beşer, bu son Harb-i Umûmînin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdâdı ile ve merhametsiz tahribâtı ile… büyük tahribâtlarını tâmir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azaplarıyla; ve dünya hayatının bütün bütün fânî ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umûma görünmesiyle; ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidâdâtın ve mahiyet-i insaniyesinin umûmî bir sûrette dehşetli yaralanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla; ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyâset-i rûy-i zeminin pek çirkin, pek gaddarâne hakikî sûreti görünmesiyle; elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki... nev-î beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.” (Sözler, s. 140-141) Bu konuya niye girdim? Kısaca onun da sebebini söyleyeyim. Geçen haftaki yazılarımda, size Toros dağları eteklerindeki ilçemde, mütevazı yazlığımda, medeniyet fantaziyelerinden uzak bir ortamda çok sakin ve huzurlu bir Ramazan geçirdiğimden bahsetmiştim. Sonbahar geldi. Bütün Türkiye’yi saran “rahmet sağanağı” burada da tesirini gösterdi. Zayıf vücudumuz, yağış, soğuk hava ve de bu yüksek irtifada, mevcut şartlara mukavemette zorlandı. Bilmecburiye yayladan ilçeye indik. Orada da, akrabaların evinde, iftar molasında bir aydan beri uzak kaldığım teknolojiye yeniden muhatap olduk. Başta İstanbul olmak üzere birçok bölgede tesirini gösteren sel musîbeti ve terör belâsının hânelere düşürdüğü kor ateşten tv vesilesiyle haberdar oldum. Tabiî ki herkes gibi ben de çok üzüldüm. Kaybolan insanlar... Teröre kurban giden koç yiğitlerdi... Yine hanelere kor ateş düşmüştü. Binlerce insan mağdur, yüzlerce ev, araba ve bunca eşya telef olmuştu. Böyle mübarek günlerde, bu gibi musîbetlerin sebeplerini iç dünyamda değerlendirmeye çalıştım. Bu felâketin birisinin bana tevafuk edip etmesinin muhakemesini vicdanımda yapmaya çalıştım. Bir aydan beri ben ailemle huzur içerisinde Cenab-ı Hakk’ın—lâyık olmadığımız halde—ihsan ettiği bu kadar nimetlerle hemhâl olurken, sakin bir ortamda böyle durumlardan uzak yaşarken, aynı vatanı paylaştığım binlerce insanın mağduriyeti—ve yaşanan can kayıpları—ister istemez iç dünyamda hem bir derin burukluğu, hem de ciddî bir sorgulamayı gerektirdi. Akrabamın birisinin “Deprem gibi bir felâket bu. Türkiye yine derinden sarsıldı!” cümleleri düştü orta yere. İşte böylece bu yazının ana fikri ortaya çıktı. “Bu asrın dehşetinden herkesi saran derin ‘gaflet’ belâsından bir an için uzaklaşıp, hatalarımızı anlayarak kendimize dönebilir miyiz?” sorgulaması, muhasebesi, düşüncesi. Üstadın sağlığında gelen zelzele ve bu tür musîbetlere karşı değerlendirmelerini hayal ettim. Kendi iç dünyamda bir değerlendirme yaptım. Olayların çok detaylarını bilmiyorum. Yağmurun ne kadar tahribât yaptığını da bilemiyorum. Ama kâinatta hiçbir şeyin başıboş olmadığını Kur’ân’dan, sünnetten ve Risâle-i Nur derslerinden okuyan birisi olarak bu musîbetlerin çok mânâlı ve ibretâmiz olduğuna kesin inanıyorum. Bu olaylar muvacehesindeki iç sorgulamamda, bu musîbete maruz kalan insanların teselli bekleyen hallerini hayal ettim. İlk anda ekranları dolduracak siyasî cenahın yetkililerinin sergileyeceği tavrı düşündüm: Muhalif kanatın bu olayları “mevcut ve geçmiş iktidarın” beceriklisizliğine yıkma gayretkeşliği, iktidar olanların ise “alel acele” onlara cevap yetiştirme telâşı gözümün önünde canlandı. Medyabazların olayları nasıl “dramatize edip” kameralar karşısında “showman”lik tasarlayacaklarını, insanları nasıl kendi ekranlarına çekip “rant elde etmek” istediklerini hayal ettim. İdareci ve bürokratların halkı ve insanları teselli ifadelerini düşündüm. Kalıplaşmış olan “Devletimiz güçlüdür. Yaralar sarılacaktır!” ifadelerini duyar gibi oldum. Bir samimiyet testi ve “sorgulamasını”, gerçek bir teselli ifadelerini bekledim. Pek bir çıkış bulamadım. Yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın aynasıdır. Bu tür gerçek sorgulamayı yapacak olan, kendini ve haddini bilen; siyasetçi, haberci, idareci, bürokratların çoğalması ümidini muhafaza etmem tek teselli kaynağım oldu. Herkesin bir işi var, elbette o işi yapacak. Ben de âcizane kendi açımdan bu tür olayları Risâle-i Nur şahs-ı manevisinden aldığım ders ve kültürle bu açıdan değerlendirmek istedim. Evet, olayları, insanları, hadiseleri “sorgulayalım!”; fakat doğru açıdan, doğru amaçlarla, doğru mantık ve akılla sorgulayalım. Sır perdelerini aralamaya ve açmaya çalışalım. Ama saçmalamadan, haddi aşmadan, karalamadan, hafife almadan. Objektif, ilmi, dini, insani açıdan bakmaya çalışalım. Cenâb-ı Hak milletimizi ve insanlığı bu tür felâketlerden korusun. Başta idareciler ve medya dünyasının “aktüalite” meraklısı erbabına da basiret ve feraset versin. Biz böyle durumlarla karşılaşıp muhatap olduğumuzda, gerçek insan ve kul olmanın gereği olarak takınacağımız tavrı tesbit babında bir şeyler yapabilmeliyiz, yapmalıyız. Dengeler kaybolduğu zaman sağlıklı düşünmek ve istikametli fikir üretip yürütmek de fevkâlâde zora girer. Kişiye göre değişebilen, sübjektif değerlendirmelerin tesiriyle; hayatın devamlılığı içersinde meydana gelen olaylara bakış açısı, analiz ve değerlendirmeler çok farklı boyutlara çekilebilir. Bu musîbetlerde vefat edenlere rahmet, geride kalan dost ve akrabalarına sabırlar diliyorum. Cenâb-ı Hak bir daha böyle acıları bizlere yaşatmasın. İman, akıl, basiret ve feraset versin. (Âmin) NOT: Siz değerli dostlarımın, bütün İslâm âleminin ve inananların gelecek mübarek Kadir Gecelerini şimdiden tebrik ediyor, duâ ediyor, duâlarını bekliyorum. N. E. 11.09.2009 E-Posta: [email protected] |