Ahmet DURSUN |
|
Hasm-ı hakikî Hasm-ı hakikî |
“Hiçbir acı cehaletten daha fazla zahmet verici değildir.” Hz Ali’ye atfedilen bu söz Türkiye’nin birkaç asırdır ta yüreğinde hissettiği, yaşayageldiği acıların kaynağına işaret etmekte. Osmanlı’dan miras kalanlar da dahil, bugün içinden bir türlü çıkamadığımız meselelerin özünde de aynı olgu yatmaktadır. Orhan Veli nasırından, biz cehaletimizden çektik, ne çektiysek. Mehmet Akif’in “Ey hasm-ı hakiki seni öldürmeli evvel!/ Sensin bize düşmanları üstün çıkaran el”dediği cehalet gerçekten de bizim gerçek düşmanımızdır. Bu düşman sayesinde birbirimize düştük, bu düşmanın kışkırtmasıyla bir imparatorluğu çökerttik, bu düşman yüzünden değerlerimizi yitirdik, bu düşmanla birlikte Allah’a sırt çevirdik, kitapsız Müslümanlara dönüştük. Bunu da yine Akif’in “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür” diyerek işaret ettiği okumuş cahillerle yaptık. Cehalet, Bediüzzaman’ın da şikâyet ettiği büyük düşmanlardandır. O, üç büyük düşmandan birincisi olarak zikreder cehaleti. Bediüzzaman’ın gözünde cehalet bizim baş hastalığımızdır ve özgürlükleri, adaleti, hak ve hukuku ifade eden meşrutiyeti korkutan bir ejderha, aşılması zor bir bataklık, istibdadı doğuran bir silâhtır. “Din öldürülecek” meş’um kararıyla yola çıkarak Türk modernleşmesini din dışılık sacayağına oturtanların çok rahat ve etkili kullandıkları bir silâh. “Millet cehâletle hukukunu bilmezse, ehl-i hamiyeti dahi müstebit eder” sözünü doğrulayan bir silâh. Goethe’nin dediği gibi; eylem halindeki cehaletten, daha korkunç ne olabilir ki? Bu cehalet en çok “yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana” mısraına masadak akıllıların işine yaramıştı. Ezanlar sustu, Mevlânın adı fezalardan silindi, yeni bir akla büründük, çağdaşlaştık. Kucağımızda Kürt sorununa rahmet okutacak bir dizi mesele; ne gam! Bu meseleler karşısındaki akıl tutulmamızın ifade ettiği anlam ise, cehaletin farklı bir kategorisinde saklı. Denilir ki; bir şey bilmeyen cahil, bilmediğini bilmeyen de kara cahildir. Asıl cehalet de budur. Biz daha çok ikincisine yakışıyoruz. Sorunlar karşısında herkes âlim. Ne teşhis, ne metod! Bugün Türkiye’nin her alanda yaşadığı sıkıntıları fiilî bir kara cehaletle çözme akıllılığını gösteriyoruz. Tarihî bir süreç içerisinde değerlendirilmesi gerekirken, son yirmi beş yıla ve teröre endekslediğimiz Kürt sorununda böyle davranıyoruz. Bir inancın gereğini, en temel bir insan hakkını, genç kızlarımızın saçını rejim meselesi haline getirip onu çözümsüz kılarken ve bu meseleyi çözüm adına takip edilen yolda da göstermiştik bu allameliğimizi. Gençlerimizin derin bir boşlukta boğulduğunu görmezden gelerek, onları kurtarmak adına o boşluğa yuvarlamak için yaptıklarımız da yüksek ilmimizin bir eseriydi. Eğitim sistemimiz sistemli bir cehaletin kurbanı. İnsanımız, gençlerimizin hayalleri, bir ülkenin geleceği… Cahillerin ihaneti onulmaz yaralar açtı. Bediüzzaman’ın cehalet hastalığına karşı önerdiği ‘marifet’ de bu hastalığın kurbanı oldu. Gönül sızısından anlamayan, kuru, maneviyattan yoksun, Allah’ın adını andırmayan sığ bir eğitim anlayışının ‘marifet’ olduğu sanıldı. Marifetin anlamı “İlim kendin bilmektir” mısraındaydı oysa. Öz değerlerinden yoksun, tarihini düzmece hainlere kurban etmiş, sahte kahramanlarını baş tacı etmiş, kendini, dinini, yaradanını öğrenmeyi engellemiş bir anlayışla yükselmeyi sanmak mı marifettir? Sevmeyi unutturmuş, merhameti ortadan kaldırmış, gönülleri karalamış; paylaşmayı, bölüşmeyi, kardeşliği unutturmuş bir birliktelik anlayışıyla ‘misak-ı milli’yi koruyacağını ummak mı marifettir? Ötekileştirmeyi, yaftalamayı, hakareti, hakkı çiğnemeyi, hukuku yok saymayı siyaset anlayışı haline getirerek bütünleşmeye çalışmak mı marifettir? Hasılı, bizde marifet çok. Bunların ilim anlayışı da başka bir marifet. “İlim insandan cehalet alır, eşeklik baki kalır” tarzında. E, böyle olunca da semer vuran çok oluyor tabii. 08.09.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (25.08.2009) - Ramazan fotoğrafı (04.08.2009) - Şeytanın avukatlığı (28.07.2009) - Eğitimsiz eğitim yahut ihanetin bir başka boyutu (21.07.2009) - Bize neler olmuş? |