Cevher İLHAN |
|
Bediüzzaman’dan içtimaî tesbitler-1 |
“Hayat ittihaddadır”, “adem-i merkeziyet”te değil
“Açılım” tartışmalarıyla demokrasi ve hak ve hürriyetlere “özerklik” ve “eyâlet” ayrıklarının sokuşturulması, “açılım”ın ötesinde Türkiye’nin topyekûn demokratikleşmesini dinamitlemekte, “açılım”ı bombalamakta. Ve olup bitenler, bir asır önce Osmanlının çözülüşüne çâreler aranırken, Bediüzzaman Said Nursi’nin Sultan Abdülhamid’in yeğeni Prens Sabahattin Bey’in yenilikçi “adem-i merkeziyet” teklifine verdiği hakikatli “cevab”ını gündeme getirmekte. Babası Mahmut Celâlettin Paşa’nın ülkeyi terk etmek zorunda bırakılması sonucu Paris’te yaşayan ve Avrupa’da dönemin kargaşasında Jön Türklerle yakınlaşan, ortaya atılan “Osmanlıcılık”, “Türkçülük” ve “İslâmcılık” akımlarına mukabil kurtuluşu entelektüel “ferdiyetçi fikirler”de ve yine bir “Batı reçetesi” olan “adem-i merkeziyetçilik”te gören Prens’in tezlerinin temelini “Anglo-Sakson adem-i merkeziyet” zihniyeti oluşturur. Yazısının başında Prens Sabahadddin’in Avrupa’daki Anglo-Sakson eğitimden etkilendiğine imâyla, tespitlerinin “fıtrat-ı asliyeye daha yakın” ve “muhâkemesinin tabiî” olduğunu yazan Bediüzzaman, eğitimden ekonomiye bütün alanlarda “Batılı değişim”i isteyen Prens’in, Batı toplumlarındakine benzer maddeci felsefenin “endüstriyel medeniyeti oluşturmuş insan tipi” üzerine kurulu milletin fıtratına yabancı “sistem”i kopyaladığını nazara verir. Ecnebilerin “frenk illeti” tâbir ettiği “kavmiyetçilik” tahrikiyle bir takım “azınlık” ve özellikle gayr-i müslim unsurların hararetle “yeniden yapılanma” maskesinde, “adem-i merkeziyet”e sahip çıkıp “yerinde yönetim” ve “idarî taksimat” perdesinde “muhtariyet”le ülkeyi parçalamaya uğraşmaları, daha baştan bu ithâl zihniyetin sakatlığını ortaya koyar.
“ADEM-İ MERKEZİYET”E KARŞI “USÛL-Ü MERKEZİYE” Bediüzzaman’ın, “Prens Sabahaddin Beyin su-i telâkki olunan güzel fikrine cevap” başlıklı yazıda, “hayat ittihaddadır” ifâdesiyle başlamasının mânâsı budur. (Âsâr-ı Bediiye, Abdülkadir Badıllı, 450-251; Eski Said Dönemi Eserleri, Yeni Asya Neşriyat, 183-184) “Cevabı”nın sonunda Bediüzzaman’ın, “Onun te’vili (yorumu) güzel, fikren taakkül edebiliriz (düşünebiliriz); amma isti’dadımıza (milletin fikrî ve medenî irfan, kabiliyet ve seviyesine) amelen (uygulamayla) tatbik edemeyiz” ikazı, “adem-i merkeziyet” ithalinin Osmanlının ecnebi politikalarıyla bölünüp parçalanması plânına götüreceği gerçeğiyledir. Aynı yazıda, “Hem de her kavmin mâbihil-bekası olan (devamlılık sebebini sağlayan) âdât-ı milliye (millî örf ve âdetlerini) ve lisân-ı kavmiyeye (kavimlere mahsus dili ve edebiyatına) ve isti’dâdı efkâra muvafık, (fikrî kabiliyet kapasitesine uygun) hükümet teşebbüsata başlamalı…” teklifinde bulunan Bediüzzaman, çağımızda insan hakları ve özgürlükleri sırasına geçen bütün demokratik kültürel hak ve hürriyetlerin teminini hedefler. Demokrasinin yaygınlaşması ve yerelleşmesinin, idarî anlamda yerinde yönetimin, unsurlara mahsus lisân ve millî âdetlerinin gelişmesinin, bugün “demokratik cumhuriyet” anlamına gelen mükemmel bir meşrutiyetle olabileceğini bildirir. Aslında yazısının ilk paragrafında, “Efrad (fertler, vatandaşlar) mâbeyninde (arasında) muhabbet-i millî (millî sevgi), zerrat (atomlar) mabeynindeki câzibe-i cüz’iyeleri (atomik çekim gücü) gibi bir muhassal (netice, hülâsa) teşkili ile cihet’ül vahdetimiz (birlik ve bütünlük yönümüz) olan usûl-ü merkeziyeyi (merkezî usûlü, merkezî usûlle idâreyi) intacını (netice vermesini)” ehemmiyetle tavsiye eden Bediüzzaman’ın, peşinen “adem-i merkeziyet” paravanında “muhtariyet”in felâket getireceğini uyarması, oldukça anlamlıdır… Bu uyarı, bugün ecnebilerin kuklası terör örgütü, terörist başı ve içteki siyasî yandaşlarından gelen “özerklik” ve “ülkenin etnik ve bölgesel bölünmeyle eyâletlere ayrılması” tartışmalarının nirengi noktasını teşkil etmekte…
“İTTİHAD VE MUHABBET-İ MİLLΔ Bu bakımdan Bediüzzaman’ın, Prens Sabahaddin’in şahsında “adem-i merkeziyet”le başlayıp, “muhtariyet”e (özerkliğe, eyâletlere), ardından “istiklâliyet”e (bağımsız devlete), sonra “tavâif-i mülûk” diye tâbir edilen ülkenin ayrı ayrı devletçiklere bölünüp parçalanması felâket ve fitnesine zemin hazırlayan “ecnebi plânı”na dikkat çeker… Ve yine bundandır ki; milletin maddî ve mânevî terakkisinin, demokrasi ve hürriyetlerin gelişmesinin “adem-i merkeziyet”le sağlanamayacağını izâh eder. Yabancı mihrakların “kavmiyetçiliği” telkinle ırkî-etnik unsurlara ve bölgesel ayırımlara göre vatanı ve milleti tefrika fitnesi belâsına düçar etme oyununa karşı, “usûl-ü merkeziye”yi önerir. Devamında “adem-i merkeziyet”in değil, “usûl-u merkeziye”nin “ittihad ve muhabbet-i millî” denilen milletin sevgi içinde birlik ve beraberlikte olması bağlarını tahkîm edip kuvvetlendireceğini kaydeder. “Zülâl-ı medeniyet” dediği medeniyetin tatlı suyunun bu mecrâda akarak ancak çeşitli kavimleri bir seviyeye getireceğini tesbit eder. Devletin ve milletin bugün bu esaslı ve muhtevalı tesbitlere ihtiyacı var. Gerçek bir demokratikleşme ve doğru bir “açılım” ancak bu tesbitlerle olur… 08.09.2009 E-Posta: [email protected] |