Basından Seçmeler |
DOĞRU İSLÂMIN ANLATILMASINA İHTİYACIMIZ VAR
BUGÜNE kadar, benim anladığım kadarıyla, Beyaz Türkler’le İslam arasındaki ilişki ‘odadaki fil’ gibi. Herkes o filin farkında ama hiç kimse üzerine konuşmuyor. Ve nihayet birisi bu filin daha fazla görmezden gelinemeyeceğini anladı. İslamiyet üzerine Hürriyet’te bir yazı dizisi yayımlanması, bana ‘Leydi’nin topuk sesleri’ manşetini de hatırlattı bir yandan: Artık görmezden gelinmeyecek kadar belirgin bir toplumsal olgunun gazete sayfalarına yansıması... Unutmamak gerekir ki, bu manşeti attıran da bugünkü yazı dizisini başlatan da Ertuğrul Özkök’ün sosyolog bakışıdır. En çok tartışılan sorulardan biri neden daha önce değil de şimdi? Tabii ki İslamiyet bu toprakların yeni bir olgusu değil, basın tarihinde de benzer pek çok yazı dizisi yapıldı. Ama şimdi Umre üzerine yazı dizisi yapmanın, üstelik hedef kitlenin de İslam’la pek ilişkisi olmayan Beyaz Türkler olmasının anlamı bana göre daha başka. Pek çoklarımız, kendi kurduğumuz korunaklı ghetto’lardan Türkiye’nin ‘çoğunluk’ gerçeğinden bağımsız olarak hayatlarımızı sürdürme şansına sahibiz. İstediğimiz anda Ramazan bizim mahallelerimize uğramayabilir örneğin. Ve geçmişte olduğu gibi bugün de Türk aydını, burjuvası halktan kopuk hayatını sürdürebilir. Ancak dinin Türkiye’de şimdi her zamankinden daha belirleyici olmaya başladığı gerçeğini daha ne kadar inkar edebiliriz, daha ne kadar görmüyormuş gibi davranabiliriz? İşte ‘odadaki fil’ budur. Türkiye’nin muhafazakarlaştığına dair türlü araştırmaları tartışırken, bu geçişin altındaki motivasyonu bilmeden nasıl sağlıklı yorum yapılabilir. Bu yüzden de şimdi tam zamanı... Beyaz Türkiye inanç eksikliğinden dolayı dini toptan reddetmeyi alışkanlık haline getirdiği için ne Refah Partisi ne de AKP’nin gelişine şaşırmadan karşıladı mesela. Umre seyahati vesilesiyle Ahmet Hakan’a yakın çevresinden gelen ve yazarı şaşırtan sorular Beyaz Türkiye’nin ‘mesafesini’ anlamak açısından yol göstericiydi. Pek çoğumuz Hac ile Umre’nin farkını, Mekke’yi, hatta Kabe’yi bilmiyoruz. Bu bir cehalet değil özünde: İlgilenmedik, merak etmedik, bugüne kadar merak etme gereği de duymadık. Dinden ‘arındırılmış’ ghetto’larda, gündelik hayatta bu gibi bilgilerin pek de önemi yoktu çünkü. Bana kalırsa bu toplu reddin miyadı artık doldu. Türkiye’de din olgusu görmezden gelinemeyecek kadar önemli bir toplumsal mesele haline gelmeye başladı. Siyasetten gündelik hayata, hiç olmadığı kadar belirleyici oldu İslam Türkiye’de. Ama işte bu değişime de Beyaz Türkiye hazırlıksız yakalandı. Bu açıdan Ertuğrul Özkök’ün sosyolog kimliğiyle, tamamen ‘dışarıdan’ gözlemleriyle Ahmet Hakan’ın daha ‘içeriden’ ama Beyaz Türkler’in de anlayabileceği bir şekilde Umre izlenimleri çok faydalı, çok öğretici oldu. ‘İzlenim’den ötesini merak edenler için de Ali Bulaç’ın yazı dizisine dahil edilmesi yerindeydi. İslam’ın gitgide daha belirleyici olmaya başladığı bir toplumdaki değişimi okumak için önce İslam’ın ne olduğunu bilmemiz gerekmiyor mu? Bu arayışın yanıtını bu dinin ilk çıktığı topraklarda değil de nerede arayacağız? Hürriyet’in bu yazısı dizisi Türkiye’nin İslam’ı öğrenme algılaması açısından çok önemli bir eksiği de yüzümüze vurdu beraberinde. Bize İslamiyet’i öğretecek bir muhatap bulmakta zorlanıyoruz. Türkiye’nin Beyaz Müslümanları, şehirli ilahiyatçıları, profesörleri, İslam’ı kaba bir kurallar ve yasaklar dizini olmaktan öte yorumlayabilen, bu olgunun sosyolojisini de tarihini de bilen insanları yok oldu... Bu ülkenin bir dönem böyle kıymetli din adamları vardı. Yerlerine yenileri yetişmedi ne yazık ki... Elimizde kala kala kaba, köylü, feodal bir İslamiyet algısı oluştu. Devletin zorla okuttuğu din dersleri inançtan bağımsız bir şekilde İslamiyet’e yönelik merakımızı köreltti. Bu taşralı İslam anlayışı da koskoca bir dini ‘domuz yemeyin, zina yapmayın’a ve türbana indirgeyen sığlaştırdı. Eminim, Hürriyet’in yazı dizisi okulda kırdığımız ve kopya çekerek geçtiğimiz din derslerinden veya okumayan, araştırmayan, kulaktan dolma bilgiyle din adamı olan köy imamlarından, vasat ilahiyatçılardan çok daha öğretici ve açıklayıcı olmuştur İslamiyet konusunda. Bizim İslamiyet’i daha anlaşılır bir şekilde aktaracak, öğretecek nitelikli ve yenilikçi bir din öğretisine ihtiyacımız var. Daha fazla bu toprakların bir parçası değilmişiz gibi davranamayız.
Oray Eğin, Akşam, 7 Eylül 2009 |
08.09.2009 |
Din ve toplum
DEVLETİN laik olması, insanların inançsız olması değildir. Ama insanların inançlarının gereği olarak gördükleri kuralları diğer insanlara zorlamamalarını güvence altına alır laiklik. Ancak ne kadar laik bir sisteminiz olsa da dinin toplumsallığı, tüm yaşamı etkiler. Biz bunu her Ramazan’da görmüyor muyuz? Hemen her gün “Şeriat tehlikesi var” çizgisinde yayın politikası izleyen gazeteler bile Ramazan’larda Diyanet İşleri’nin yayın organlarına dönmüyorlar mı? Topluma uyum sağlanmasını yansıttığı için çok doğal bir durum bu. Hatta daha ötesi de var. Sadece Ramazan’larda değil tüm yıl bazı gazetelerde yer alan “Dini Sohbet ve Danışma” köşelerinde yer alan çeşitli değerlendirmeler de herhalde okurların beklentilerini karşılıyor ki, varlar.
Mehmet Barlas, Sabah, 7 Ağustos 2009 |
08.09.2009 |
Kâinatta muhteşem bir ahenk var
BU kainat nasıl yaratıldı, bu muhteşem denge, bu güzellik nasıl oluştu, hayatın anlamı ne ve bizim bu hayatın içinde yerimiz nedir, o bizim yerimiz anlamlı mı? Bu teorik fiziğin de dinlerin de sorduğu ve cevap vermeye çalıştığı zor sorular. İkisi birleştiğinde insanın inancı çok derin ve sağlam olabiliyor. Ben hac döneminde gelen görüntülerde kitlelerin hareketine baktığım zaman onların dönüşünü görünce kainattaki o muhteşem güzellikteki hareketi hatırlıyorum. Keza Mevlevi ayinine baktığımda da tabii ki kainatımızdaki muazzam dengeyi ve sessiz huzuru görüyorum.
Serdar Turgut, Akşam, 7 Eylül 2009 |
08.09.2009 |
Niyeti de, kısmeti de olmayan modern dünya!
Bir kır lokantası... İftar saati. Televizyon açık. Ekrana güllerin, şelalelerin görüntüleri geliyor ve tok sesli bir erkek konuşmaya başlıyor: “Yarabbim... Niyet ettim, senin rızan için oruç tuttum..” Yanı başımdaki masada babasıyla oturan ve elindeki gazoz şişesini üfleyip duran sevimli kız çocuğu birdenbire irkiliyor. Sonra babasına dönüp soruyor: “Niyet ne demek?” Adamcağız zor durumda kalıyor. Iıı, eee seslerinden sonra lafı karıştırmayı tercih ediyor. Anlıyorum babayı... Belki oruç ibadetindeki yeri açısından “niyet etme”nin ne anlama geldiğini anlatabilecek... Ama “niyet” nedir, onu anlatmak zor. Çocuğun kelimenin sözlük anlamı olarak karşılığını bilmeye ihtiyacı yok çünkü! Niyetin hayattaki yeri nedir, onu bilmek istiyor. Oysa gencecik baba da içten içe “ah ben de tam olarak bir bilsem” diyor, fark ediyorum. *** Bir zamanlar “Niyeti bozmuş bir dünyada yaşamak” başlıklı bir yazı yazmıştım. Belki şimdi “Niyetten yoksun fakat projeden yana bereketli dünya” diye bir yazı yazmak gerek... Niyet önemli.. Niyet değerli.. Bunu anlamak için belki de kavramı ibadet alanının dışına çıkarmak ve daha geniş bir çerçevede bakmak gerek. Baksanıza... Kime sorsanız projelerinden geçilmiyor. İnsanlar, kurumlar, toplumlar proje üzerine proje geliştiriyorlar. Fakat “Niyetin ne?” diye sor. Çıt çıkmıyor, o zaman! Bunca proje, bunca hayal, bunca çaba... Ama ne için, hangi niyetle? Orası bulanık! Niyet, bizim TDK sözlüğünün sandığı gibi basit anlamda “eylemden önceki düşünce ve maksat” değil çünkü... Niyet, bir işe başlamadan önce yalnız zihnimizden değil, kalbimizden de geçen nedir, onu anlatır çünkü. Niyet, sadece aklın planı değil, kalbin de umududur. *** Niyeti bozduk.. Niyeti kaybettik.. O kesin! Büyük bir fark bu! Niyet etmek ile proje yapmak arasında büyük bir boşluk var. Ah bir anlasak bunu! Mesela ninelerimiz altını çize çize anlatırdı: “Herhangi bir eylemin iyilikle sonuçlanmış olması güzeldir ama esas olan iyilik niyetiyle yapılandan iyilik hasıl olmasıdır.” (Gelin de şimdi şu hadisi hatırlamayın: “Amellerin değeri niyete göredir, herkesin eline niyeti kadar geçecektir.”) *** O eski yazımda da yazmıştım, tekrar edeyim. Toltek Kızılderilileri hayatı “Tanrı’nın niyeti” olarak görürler ve insanda da üç “manevi ustalık”tan söz ederlermiş. Birincisi... Farkındalık. (Kimsin, nesin, nerden gelip nereye gidersin, onu bilmek.) İkincisi... Dönüşüm. (Nasıl değişir, nasıl özgürleşirsin, onu bilmek.) Üçüncüsü... Niyet. ( Bütün bunları ne için yapacaksın, onu bilmek.) Bazen kafama takılıyor... Bugünün gençleri “iyi niyet”, “kötü niyet”, “art niyet” deyimleri hakkında ne düşünüyorlar acaba? Bir anket çalışması, bir araştırma yapılsa fena mı olur!
Haşmet Babaoğlu, Sabah, 7 Eylül 2009 |
08.09.2009 |