11 Eylül 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Bildiğini okumak

azetelerde, geçmiş yıllardaki her Ramazanda da yer alan ve hemen bir kelimesi bile değişmeyen haberlere rastlarız: “Diyânet İşleri Başkanlığı, bu yıl terâvih namazlarının hızlı kıldırılmaması; vâcib ve sünnetlere riâyet ederek bu ibâdetin yapılması gerektiği konusunda imamları uyardı.”

Atalarımızın, tecrübe ile sâbit olduğundan, darb-ı mesel hâline gelen ba’zı sözleri ne isâbetlidir: “Câmi ne kadar büyük olursa olsun imam bildiğini okur!” Öyle ya, bilmediği bir işi yapacak ve ezberinde olmayan bir ibâreyi okuyacak hâli mi var? Vazîfesinin îfâsında, âmirlerinden aldığı emirlerden ziyâde vicdânının emrine tâbi olmaları beklenen dîn görevlilerinin, şu Ramâzân-ı şerîf ayına hürmeten olsa gerek, her iki emre de muhâlefet ettikleri sık sık görülmektedir.

“Bu nasıl hürmet?” diyeceksiniz… Haklısınız. Ama, onlar da haklı. Efendim, îzâh edeyim: Cemâatin çoğu, yalnız Ramazanlarda ve vakit namazlarından ziyâde, terâvih için câmilere koşar ya… İmamlar, “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız!” hadîsine uymak ve yılda bir ele geçen bu insanları kaçırmamak kaygısıyla böyle bir yola başvurmaktadırlar. Namazın içinde ve dışındaki farzlar îfâ edilmişse, artık ta’dîl-i erkân gibi vâcibleri de pek nazara almadan, sünnetleri hiç hesâba katmadan -bu kendisi de sünnet olan- namâz ikâme edilmiş sayılmaktadır. Halbuki, insanları namaza alıştırmak veya onları memnûn etmek düşüncesi ile - bırakın sünneti tağyîr etmek gibi mühim bir kusûr işlediğimizi - ta’dîl-i erkâna uyulmadığından, cemâati şu kadar rek’ât namaz borçlandırmış oluruz. Çünki, bilindiği gibi, başlanan bir nâfile namâzın bozulması hâlinde, onun edâsı vâcib olmaktadır.

Çoğu câmide, terâvihlerde bir yarıştır yaşanır: Cemâat mi imamı kovalar, imam mı cemâati koşturur, şeytan ve nefis mi hepsini coşturur; bilinmez… Ne iftitâh tekbîrine yetişebilirsiniz, ne duâsına… Fâtiha ve zamm-ı sûre anlaşılamayacak sür’atte okunur. Yurdumuzda, ağırlıklı olarak iki mezheb mensûbu bulunmaktadır. Fâtiha’nın besmele ile ve anlaşılır okunması konusunda, Şafiî bir muktedînin varlığı hiç akla getirilmez. Zamm-ı sûrenin kifâyet derecesinde kırâatine ehemmiyet verilmez. Rükû ve sücûdda, aralarındaki duruşlarda, teşehhüdde imama yetişebilen bahtiyâr cemâate gıbta etmemek elde mi? Hele, ikişer rek’âtın arasındaki dinlenmelerde, öyle paldır küldür edâsıyla okunan âyetler, tesbîhler, tehlîller, salâvât-ı şerîfeler tam ibretliktir. Müezzinlere katılan amatör şahısların, maçlardaki amigo tavrıyla, çığlıklarına tahammül için hayli sabır ister. Halbuki, bütün namaz usûlüne uygun kılınmış olsa, en fazla on dakîkalık bir fark olacaktır.

Lâfı taammüm etmek doğru değil! Her hal ve davranışlarında temsîl ettikleri makamın îcâblarını yerine getiren hayli dîn görevlisi olduğunu biliyorum. Onları tenzîhen ve kendilerinden de özür dileyerek bu yazıyı kaleme alıyorum. İlâhî kelâmın yüceltilmesi (i’lâ-yı kelimetullâh) deyince, en yüksek perdeden bağırarak ve ses yükselticilerin ayarını en üst seviyeye getirerek câmileri inleten, kulaklarını patlatırcasına zavallı cemâate dinleten görevlilere yaptıklarının yanlış olduğunu kim, nasıl anlatacak?

Ezân, salâ, temcîd, tahmîd, aşr, mevlîd, kasîde, ilâhî, hutbe, va’z ü nasîhât gibi akla gelebilen, sesle icrâ edilen bütün faâliyetlerde: “Sesin yüksekliği, erişebildiği en ücrâ köşelere gidebilmesi makbûldür” fikri öne çıkmaktadır. Bu seslerin tonu, tarzı, gerekli terbiyeyi alıp almadığı, usûl ve makam düşünülmeden alabildiğine bağırılması nasıl bir fayda sağlayacaktır? Sokaktaki veyâ evindeki şahsı câmiye, hidâyete mi celbedecektir? Hasta, uykusuz, önemli işi olan, çocuk, lâkayd, başka dîn mensûbu, inançsız vesâir insanları nasıl etkileyecektir? “Hak ve hakîkati teblîğ ediyorum. Meşru’ bir görevi yapıyorum.” diye savunmaya geçenlere diyebileceğimiz bir husûs var: Yaptığınız iş doğru, şekli yanlıştır!

Halkın yalnız sinir sistemine hitâb etmek yetmez! Akla, kalbe, rûha seslenilmelidir. Bunun da en iyi yolu bütün hâl ve hareketlerimizde sünnet-i seniyyeye uymaya çalışmaktır. Ezânı ulaşabileceği yere duyurmak sünnettir. “Namazda gözü olmayanın ezânda kulağı olmaz” atasözünde vurgulandığı üzre, ibâdeti düşünen vakte zâten dikkat eder. Ama, karşı görüştekilere nisbet olsun diye, minârelerin ses ayarları sona kadar açılırsa, hidâyete mi, inatlaşmaya mı sebeb olur; bir düşünelim… Müezzinlerin pîri Hz. Bilâl (ra), bu günki teknik imkânlara sâhip olsa idi, ezanı şimdikiler gibi okumayacaktı, sanırım. Çünki, mikrofona fısıldamak bile sesi yeterince yükseltmektedir.

Düğünlerde, ta’ziyelerde, mevlîdlerde okunan Kur’ân-ı Kerîm ve dîğer sesle icrâ edilen faâliyetlerin, yalnızca o odaya, o eve, o bahçeye münhasır kalması dîni nezâket îcâbıdır. Başkalarının sizin eğlencenize, yasınıza, ibâdet saydığınız davranışlarınıza katılmak mecbûriyetleri yoktur. “Yâhû, ne olacak, ayda-yılda bir, her zamâna mahsûs değil ya!” ma’zereti, kabahatinden büyük bir özürdür… O faâliyetlerin sâhibleri bunu bilmeyebilirler. Ama, bu işleri icrâ eden dîn adamlarının duruma hâkim olması, ilimlerini amel sâhasına dökmeleri lâzımdır. Şöhret, makam veyâ üç-beş kuruş menfeat elde etmek niyetiyle hakkın ketmedilmesi, susulup İslâmî olmayan isteklere boyun eğilmesinin mes’ûliyetini unutmamak gerekir.

Belki de o kabil toplantılarda okunan aşr-ı şerîflerde, geçmiş ümmetlerin dünyâ faydası için Cenâb-ı Hakk’ın emirlerinde yaptıkları değişikler hakkındaki âyet-i kerîmeler tilâvet olunmaktadır. Dili başka, hâli başka olanlar zecr edilmektedir. Dîni, dünyâya değiştirmenin ne kötü bir iş olduğu belirtilmektedir. Tabiî, anlayana ve anlamak isteyene…

Hâsıl-ı kelâm, niyet ve kastımızda Allâhu Teâlâ’nın rızâsını, ihlâsı esâs tutmak çok önemlidir. Ancak iyi niyetin, râsîh bir ilim ve nezîh bir a’dâb-ı muâşeretle takvîyesi lâzımdır. Her üçü de kendi başlarına bir mâ’nâ ifâde etmezler…

Her zaman yapılagelen bu hatâların ve her Ramâzanda mevzû-i bahs olan bu durumun düzeltilmesi için yalnızca genelge yollamak yetmez! Müftîden vâize, imamdan müezzine, mevlîd-hândan duâ-hâna bu işlerle meşgûl olanların kendilerini muhâsebe ve murâkabeleri âcilen zarûrîdir…

EKREM KILIÇ

11.09.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.