Yasemin YAŞAR |
|
Kürt değil, Türk açılımı |
Hemen tesbit etmek gerekir ki, şu an Türkiye’nin iç ve dışta başını ağrıtan problemlerinin hepsinin temelinde, isim ve resimden ibaret olan demokrasisinin gelişmemesi vardır. Demokrasinin gelişmesinin önündeki en önemli etken ise, milliyetçilik ve laiklikteki ölçüsüz yaklaşımlardır. Batı demokrasilerinin, bu tür etnik problemlerin üstesinden gelebilmesi, gelişen demokrasi ile beraber, ölçüsü kaçmamış bir milliyetçilik ve laiklik uygulamasına sahip olmaları yatmaktadır. Henüz, insan hak ve özgürlükleri kapsamındaki bir konu olan başörtüsü konusunda bile bir açılıma gidemeyen Türkiye’nin, çok daha karmaşık ve düğüm haline gelmiş olan Kürt sorununun üstesinden gelebilmesi kısa vadede pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü bu problemin tarihi arka planı cumhuriyetten bu yana süren pek çok yanlış politikaların ciddî ve ağır izlerini taşımaktadır. O vakit çözüme ulaşmak, pek o kadar kısa vadeli ve sadece bir hükümetin altından kalkabileceği bir süreç değildir. Belki topyekûn bir halkın, hükümetin, muhalefetin, yargının, askeriyenin sorunun çözümü için kendi üzerlerine düşeni yapmalarını gerektirecektir. Görüntüye bakıldığında, açılım bir tesanüdün sonucu olması lâzım gelirken, hükümetin ayrı telden, askeriye, yargı ve muhalefetin ayrı tellerden çalmaları, daha baştan bu durumu, tesanüdü netice vermesi gereken açılımı, tesanütsüzlükle baltalamaktır. Farklı etnik kökene sahip iki ırkı birleştirici bir netice için açılımı hedefleyenler, henüz bir dayanışma içerisinde değiller. Önce Türkiye’nin bu görüntüyü düzeltmeye ihtiyacı vardır. Millî mücadele döneminde hâkim olan birleştirici bir vatanseverlik düşüncesi, yerini cumhuriyetin ilânından birkaç yıl sonra ideolojik bir yaklaşımla etnik milliyetçiliğe bırakmış ve bu ideoloji bugün de hâlâ sürdürülmeye devam edilmektedir. Türk kimliği odaklı bir yaklaşım, otomatik olarak diğer kimliklerin reddedildiği anlamına gelmiştir. Ayrıca Türk kimliğine ilâve özellikler de eklenerek, laik Türk kimliği oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu eklenen yeni kavram ile dinin birleştirici bağı da ortadan kaldırılmıştır. Çünkü vatan sevgisi imandan gelmekte ve din kardeşliği bağı birleştirici en önemli unsurken, bu bağlar, bu ideolojiyle zayıflatılmıştır. Laiklik ilâvesi bu tahribattan başka eşitlik ilkesini de baltalayıcı bir muhtevayla uygulanmıştır. Bu yüzden dindar olan Kürt halkı, milliyetçi politikaların ortaya çıkardığı eşitsizlikten en çok etkilenen etnik grup haline dönüşmüştür. Oysa cumhuriyet rejimi, hakikî hürriyet ve adalet anlayışına dayanan nazik bir sistemdir. Bu yönüne sahip çıkılmadığı için, dinsizlik, anarşi ve terörün geliştiği bir ortama dönüşmüştür. Bu süreci daha da hızlandıran tek parti dönemindeki baskıcılık, adeta cumhuriyetin temel özelliklerinden biri olarak lanse edilmiştir. Bu da demokratik hakların, özellikle din, ifade özgürlüğü, seçme seçilme, katılım ve eğitim hakkı gibi sivil ve siyasal hakları örselemek sûretinde kendini göstermiştir. Adeta o dönem, istibdadın hükmettiği, muamele-i keyfiyenin hüküm sürdüğü, kuvvet ve cebrin hâkim olduğu, sûistimâlâtlara müsait bir zemin haline getirilmiştir. Hiç şüphesiz ortaya çıkan bu süreçten sadece Kürt halkı değil, muhafazakâr Türk halkı da etkilenmiştir. Kürtlerde bu baskı maksatlı olarak daha yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Kürt kimliğinin yok sayılmasına yönelik politikalar sonucunda, Kürtlerin Türk kimliğine tabi sayılması ve hatta bu kimlikle övünmesi gibi bir zorlamanın ortaya çıktığı görülmektedir. 12 Eylül döneminde ise, demokrasi iyice dibe vurmuş ve Kürt kimliğine yapılan baskılar daha da arttırılmıştır. Bütün bu yaşananlar bazı menfî hisleri beslemiş ve küreselleşen dünyada kimlik bilincinin yükselişe geçmesi ile bu menfî hisler tahrik edilerek, terör problemini ortaya çıkarmıştır. Bu problemi aşmak için de bölgeye daha çok asker sevk edilmiş, güç kullanılmış, çok tartışılan koruculuk sistemi getirilip, olağanüstü hâl gibi, kanayan yaraya tuz basmak niteliğinde güya tedbirler alınmıştır. Neticede ise, bu bölgede terörün önüne geçilememiş ve gün geçtikçe hız kazanmıştır. Bütün bu yaşanan tarihî süreçte adeta iki Müslüman kardeşi birbirine düşürmeye çalışan politikalar, ihtilâf ateşlerini körüklemeye başlamış ve siyasetin şerli propagandalarıyla beslenerek, din kardeşleri birbirine soğuk bakmaya başlamışlardır. Hâsılı, hızla ve yanlış bir mecraya sürüklenen bu süreci durdurmanın ve doğru mecraya akıtmanın yollarını millet olarak öğrenmek durumundayız. Daha cumhuriyetin başlarında Bediüzzaman, şu ikazlarda bulunmuştur: “Madem ki meşrûtiyetle hakimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır. Milliyetimiz de yalnız İslâmiyettir. Zira Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lazların en kuvvetli ve hakikatli revâbıt ve milliyetleri İslâmiyetten başka bir şey değildir. Nasıl ki az ihmal ile tevaif-i mülük temelleri atılmakta ve on üç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i cahiliyeyi ihyâ ile fitne ikaz olunmaktadır...” Milliyetçi ve laik bir ideolojinin neticesinde ortaya çıkmış sorunları temelden halletmenin yolu, hâkim cereyan olan dini ihya etmek olacaktır. Bu temel üzerine bina edilecek en önemli adım da, demokratikleşme sürecini hızla harekete geçirmektir. Hükümetin süreci iyi yönetemediği aşikârdır. Yanlış söylem ve başlangıçlar iyi niyetleri de alt üst edebilir. Bu problemin çözümü için konulabilecek ad, “Kürt açılımı” değil, “Türk açılımı”dır. Bunun için de şimdiye kadar uygulanan yanlış politikaları ayıklayıp, darbe anayasasını değiştirip, tarihî süreçte yapılan hatalardan ders alarak, yeni bir politika geliştirmek neticesi gerekecektir. Türkiye’nin gelinen süreçte sadece Kürt açılımına değil, başka pek çok açılıma ihtiyacı vardır. Meselâ, sivil anayasa açılımı, kılık kıyafet açılımı, düşünce ve ifade özgürlüğü açılımı gibi, bu ülkede yaşayan Türk-Kürt fark etmez, her vatandaşa yönelik, sivil ve siyasî açılımlar gerekmektedir. Bu meselede, MHP’nin de, CHP’nin de söyleyecek hiçbir sözleri yoktur. Çünkü bu meseleleri bu hale getiren failler ta kendileridir. Mevcut hükümetin de, iyi niyetle başlayıp, yönetemediği bu süreçte konuşacağı bir şey yoktur. Bu meselede konuşacak olan, problemler kangrenleşmeden tahlil eden ve problemlere en temel ve köklü çözümler getiren Bediüzzaman’dır. Meseleleri bizzat yerinde tesbit edip, tâ 100 yıl öncesinden bugün de geçerliliğini sürdüren Kur’ân kaynaklı çözümler sunan Bediüzzaman’ın fikirlerine kulak tıkandığı ölçüde yapılan girişimler ya eksik ya da sonuçsuz kalacaktır. 13.09.2009 E-Posta: [email protected] |