Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli Hz. Peygamber (asm) orucunu açtığı zaman şöyle duâ ederdi: “Allah'ım, Senin için oruç tuttum, Senin rızkınla orucumu açtım, benden kabul eyle. Şüphesiz Sen herşeyi işiten ve bilensin.” Câmiü's-Sağîr, No: 3112 |
13.09.2009 |
Yağmurdan zarar gören tembel adam
Evet, Kur’ân’ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mesûldür. Çünkü, seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribât nev'înden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribât yapabilir. Müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibrit ile bir evi yakmak gibi. Fakat, hasenâtta iftihara hakkı yoktur; onda, onun hakkı pek azdır. Çünkü, hasenâtı isteyen, iktizâ eden rahmet-i İlâhiye ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Suâl ve cevap, dâî ve sebep, ikisi de Hak’tandır. İnsan, yalnız duâ ile, imân ile, şuur ile, rızâ ile, onlara sahip olur. Fakat seyyiâtı isteyen, nefs-i insaniyedir—ya istidad ile, ya ihtiyâr ile. Nasıl ki beyaz, güzel güneşin ziyâsından bâzı maddeler, siyahlık ve taaffün alır; o siyahlık onun istidadına âittir. Fakat, o seyyiâtı çok mesâlihi tazammun eden bir kanun-u İlâhî ile icad eden, yine Hak’tır. Demek, sebebiyet ve suâl, nefistendir ki, mes’uliyeti o çeker. Hakka âit olan halk ve icad ise, daha başka güzel netice ve meyveleri olduğu için, güzeldir, hayırdır. İşte, şu sırdandır ki, kisb-i şer, şerdir; halk-ı şer, şer değildir. Nasıl ki pek çok mesâlihi tazammun eden bir yağmurdan zarar gören tembel bir adam, diyemez “Yağmur rahmet değil.” Evet, halk ve icad da bir şerr-i cüz’î ile beraber hayr-ı kesir vardır. Bir şerr-i cüz’î için hayr-ı kesîri terk etmek, şerr-i kesîr olur. Onun için, o şerr-i cüz’î hayır hükmüne geçer. İcad-ı İlâhîde şer ve çirkinlik yoktur; belki, abdin kisbine ve istidadına âittir. Hem nasıl kader-i İlâhî netice ve meyveler itibâriyle şerden ve çirkinlikten münezzehtir; öyle de, illet ve sebep itibâriyle dahi zulümden ve kubuhtan mukaddestir. Çünkü, kader hakiki illetlere bakar, adâlet eder; insanlar, zâhirî gördükleri illetlere hükümlerini binâ eder, kaderin aynı adâletinde zulme düşerler. Meselâ, hâkim seni sirkatle mahkûm edip, hapsetti. Halbuki, sen sârık değilsin; fakat, kimse bilmez gizli bir katlin var. İşte, kader-i İlâhî dahi seni o hapisle mahkûm etmiş. Fakat, kader, o gizli katlin için mahkûm edip adâlet etmiş; hâkim ise, sen ondan mâsum olduğun sirkate binâen mahkûm ettiği için zulmetmiştir. İşte, şey-i vâhidde iki cihetle kader ve icad-ı İlâhînin adâleti ve insan kisbinin zulmü göründüğü gibi; başka şeyleri buna kıyas et. Demek, kader ve icad-ı İlâhî mebde’ ve müntehâ, asıl ve fer’, illet ve neticeler itibâriyle şerden ve kubuhtan ve zulümden münezzehtir. Eğer denilse: “Mâdem cüz-i ihtiyârînin icada kabiliyeti yok, bir emr-i itibârî hükmünde olan kisbden başka insanın elinde bir şey bulunmuyor; nasıl oluyor ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânda Hâlık-ı Semâvât ve Arza karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş, Hâlık-ı Arz ve Semâvât ondan azîm şikâyetler ediyor, o âsi insana karşı abd-i mü’mine yardım için Kendini ve bütün melâikesini tahşid ediyor, ona azîm bir ehemmiyet veriyor?” Elcevap: Çünkü küfür ve isyan ve seyyie, tahriptir, ademdir. Halbuki, azîm tahribât ve hadsiz ademler, bir tek emr-i itibârîye ve ademîye terettüb edebilir. Nasıl ki, bir azîm sefinenin dümencisi vazifesinin adem-i ifâsıyla, sefine gark olup, bütün hademelerin netice-i sa’yleri iptal olur; bütün o tahribât, bir ademe terettüb ediyor. Öyle de, küfür ve mâsiyet, adem ve tahrip nev'înden olduğu için, cüz-i ihtiyârî bir emr-i itibârî ile onları tahrik edip, müthiş netâice sebebiyet verebilir. Zîrâ, küfür çendan bir seyyiedir; fakat, bütün kâinatı kıymetsizlikle ve abesiyetle tahkir ve delâil-i vahdâniyeti gösteren bütün mevcudâtı tekzib ve bütün tecelliyât-ı esmâyı tezyif olduğundan, bütün kâinat ve mevcudât ve esmâ-i İlâhiye nâmına, Cenâb-ı Hak, kâfirden şedid şikâyet ve dehşetli tehdidât etmek, ayn-ı hikmettir ve ebedî azap vermek, ayn-ı adâlettir. Sözler, s. 429, (yeni tanzim, s. 752) LÜGATÇE: seyyiât: Kötülük, günah. mesâlih: Faydalar, maslahatlar. kisb-i şer: Şerri işlemek, kötü fiilde bulunmak. halk-ı şer: Şerri, kötülüğü yaratmak. hayr-ı kesir: Çok hayır, büyük iyilik. şerr-i kesîr: Çok şer, büyük kötülük. sirkat: Hırsızlık. sârık: Hırsız. katl: Öldürme. şey-i vâhid: Tek şey. mebde: Başlangıç. müntehâ: Son. Hâlık-ı Semâvât ve Arz: Yer’in ve göklerin yaratıcısı olan Allah. abd-i mü’min: Mü’min kul. |
Bediuzzaman Said Nursi 13.09.2009 |
Örnek bir kişilik
Gerçekten, saymakla bitiremeyeceğimiz, gıpta ile bakacağımız, “Keşke ben de onun gibi olabilsem” diyerek hayranlıkla şahit olduğumuz o kadar çok hâl ve davranışı var ki onun... Günümüzde çoğumuzun bilip de yapamadığı, dillendirip de yaşamakta zorlandığı bir çok hal ve davranışı, hiç de zorlanmadan hayatına geçirmedeki beceri ve başarısını görüp de, onu takdir etmemek münkün değil. Çoğumuzun, zaman zaman, çevremizdeki insanların incitici, rencide edici söz ve davranışları karşısında ister istemez kırılıp döküldüğümüz, bazen de kızıp köpürdüğümüz hâl ve durumlarda, onun en ufak bir kırılma veya incinme emâresi göstermeden, en kaba, en kırıcı muhataplarına nazar-ı müsamaha ile muamelede bulunmasını görüp de imrenmemek mümkün mü? Zaman zaman çevremizdeki insanlardan bize yönelik yapılan itham ve suçlamalardan ötürü “Damarıma dokundu, izzet-i nefsim rencide edildi” diyerek feveran edip misliyle mukabele ettğimiz, hatta darılıp-küsüp, işi alâkayı kesmeye kadar götürdüğümüz durumlarda; onun soğukkanlılığını muhafaza ederek, hiçbir kızgınlığa, küskünlüğe tevessül etmeden muhatabına nazar-ı müsamaha ile yaklaşıp, dostluğunu devam ettirmesini takdir etmemek mümkün mü? Onun yaşantısında insanlarla dargın, küskün durma alışkanlığı asla yoktur. Suçlamalara, sataşmalara üzülse, kırılsa da, dargınlığa girmez. Haksız ithamlara, haksızlıklara, hakaretlere maruz kalınca dahi, olup bitenleri sineye çeker, “Allah her şeyi biliyor ve görüyor” diyerek dostluğunu devam ettirmenin gayretinde olur o. Hele bir de bu çeşit haksızlıkları, hakaretleri yapanlar, akrabadan veya hizmet-i Nuriyede bulunan dost ve kardeşlerden ise, o bütün yapılanları görmezden gelir, nazar-ı af ile karşılar, bilerek veya bilmeyerek işlenen kabahat ve hataları kendisine alır, kesinlikle muhatapları kırma veya incitme yoluna girmez. Ve “Hiçbir sebep, hiçbir bahane, akraba veya dâvâ arkadaşlarımla sürtüşmeyi, kavga etmeyi, onlarla küsüp alâkayı kesmeyi haklı kılmaz” diyerek, samimî alâka ve dostluğunu devam ettirmeye çalışır. Bu gibi durumlarda kudsi dâvâmızın selâmetini ön planda tutar, hizmetlerimizin zarar görmemesi için ferâgat ve fedakârlığın güzel örneklerini yansıtmaya çalışır. “Sözkonusu olan cihan kıymetindeki hizmet-i Kur’âniye ise, dost ve kardeşlerden gelecek tahkir, isnat ve haksızlıklara kemal-i sabırla tahammül edeceğim” diyerek, kardeşler arasındaki sulh ve sükûnun devamı için çabalar o. Başkalarının dedikodusunu, gıybetini yapmak onun en hoşlanmadığı, en sevmediği durumlardır. Böyle durumlarda derhal müdahalede bulunur, dedikoduya maruz kalanı müdafaa ederek, bu gibi durumlara sebebiyet verilmemesi hususunda sert ikazlarda bulunur. Beklentilere girmeden herkese maddî-mânevî iyiliklerde bulunmayı da âdet edinmiştir o. Gelmeyene gitmeyi, vermeyene vermeyi, konuşmayanla konuşmayı, hiç zorlanmadan, hiç yüksünmeden yapar o. Meselâ çok yakın bir büyüğünün vefatında taziyesine gelmeyen bir komşusunun, daha sonra bir yakını vefat ettiğinde, bir değil, üç-dört defa taziyesine gidip, duâlar okuyup, mânevî desteklerde bulunduğunu biliyoruz. İlerlemiş yaşına rağmen, onun bir de oldukça kuvvetli bir sosyal yönü vardır. Farklı mizaç ve meşrepteki insanlarla hemen anlaşabilme, onlarla samimî ilişkiler kurabilme kabiliyetine sahiptir. Her yaştaki insanla tam bir uyum içinde vakit geçirmesini çok iyi becerir. Nerede olursa olsun, ayak üstü ilk defa görüştüğü insanlarla hemencecik samimî dostluk köprüleri kurar, onlara Risâle-i Nur’dan kısa dersler yapar, adres vererek sohbetlere dâvet eder. Gıpta edilecek onca becerisine, onca kabiliyetine, onca iyi hasletine rağmen, onun hiçbir zaman tevazu ve mahviyeti elden bırakmaması da, takdire şayan diğer bir özelliği olsa gerek.
GSM: 0505 284 32 40 |
HÜSEYİN GÜLTEKİN 13.09.2009 |