S. Bahattin YAŞAR |
|
İnsan, acizliğini düşünce anlıyor |
İnsan, adını ne koyarsa koysun, dönüp dolaşıyor ve acizliğini ilân ediyor. Ne acı ki, bunu da hep felâketlerde anlıyor. On-on beş dakikanın içinde adeta yer yerinden oynuyor ve insan hiçbir şey yapamıyor. Yürüyen ayaklar yürüyemez, lüks araçlar karton kâğıtlar gibi katlanmış ve evler-barklar bir anda yaşanmaz hale geliyor da, insan yine acziyetini ilân ediyor. Hayat ışığı insanın gözleri önünde sönüyor ve insan sadece seyrediyor. Korkunç teknoloji de, korkunç derecede etkisiz hale geliyor. İnsan, düşünce, acizliğini anlıyor. Savaş, deprem, sel, hastalık, yangın vb. bütün musîbetler, insanın aciz tarafını ilân ediyor. İnsan, elinde bir şey kalmayınca anlıyor etkisizliğini, yetkisizliğini. Yüce Kudret, her şeyin kendi elinde olduğunu apaçık okutturuyor insana. Gelişmişlik düzeyi, teknolojik durumu nerede ve nasıl olursa olsun, eğer insan haddini aşarsa, boğuluyor. Onun için yaşanan felâketlerin sorumlusu insanoğludur. Mahlûkatın tesbihatını Cenâb-ı Hakka takdim etme görevi bulunan ve mahlûkatın en şereflisi olan insanın, Hakka hürmetsiz tavırları ve ibadetsiz halleri, bilhassa mübarek aylarda sebeplerin de galeyanına sebep oluyor. İnsanın yaratılış maksadına uymayan halleri, rahmeti kabına sığmaz hale getiriyor. Böylece insanın fiillerinin cezası olarak musîbetler yaratılıyor. Akıl sahibi insan, kendi geleceğini de düşünerek, akıllıca kullanmalı aklını. Çünkü bir kişinin yaptığı bir kötülük, sadece onunla ilgili kalmıyor. Herkesin herkesle, pek çok alâkası bulunuyor. Sokakta birilerine küfrederek bağıran, sadece o küfrettiği kişiyi etkilemiyor. Bireysel kirlenmeler, toplumsala dönüşüyor. Tabiî, kirlenmeye ‘sebep olan’lar da sorgulanmalıdır. Birilerinin bir şekilde sebep olduğu ihmal ve ihlâller; bugün yürekleri sızlatan pek çok farklı terörü doğuran ‘sebep’ler olarak karşımıza çıkıyor? Maddî kayıp ve yıkımlar; manevî yıkım ve kayıpların birer sonucu oluyor. İlgisizliğe terk edilen insan, kendini çok acı şekilde hissettiriyor. Verilen onca nimetlere karşı ilgisizlik ve şükürsüzlük, nimetlerin kaybına sebep oluyor. Manevî yıkım, Yaratıcı katında da büyük etki meydana getiriyor. İlâhî ‘azap’ kendini çok ciddî hissettiriyor. Çünkü hiçbir etki, tepkisiz kalmıyor. Eden, buluyor. ‘Yaşananların sorumlusu insanoğlu’ yorumu hiç de yanlış değil. Bilhassa ibadet zamanlarında, ibadet aylarında insan daha bir edepli olmalı. Edeb-î İslâmiye, insana yakışan bir haldir. Umumileşen ibadet ihmalleri, umumî musîbetleri celbediyor. Üniversiteli gençlere, “Bir ciddî rüşvet teklifi alsanız, tavrınız ne olur?” diye soruyorum. Büyük çoğunluğu, “Lâfı mı olur hocam, hallederiz” diyorlar gülüşerek. Ben de şaşkınlaşıyorum. Kötü bir şey umumî hale gelmişse, korkulan zaman geldi demektir. Musîbetin sebepleri de dikkat çekici; “Nimet ve rahmet-i İlâhiyenin fiatı, şükürdür. Biz, şükrü hakkıyla vermedik. Evet, rahmetin fiatını şükürle vermediğimiz gibi; zulmümüzle, isyanımızla gadabı celbediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile nev-î beşer, tam tokata kendini müstehak etti ve dehşetli tokatlar yedi.” Emirdağ Lâhikası, 30. İhmal ve ihlâller, ferdi ve toplumsal bozulmaları sonuç veriyor. Yaratıcının cezası da, ödülü de her insanda ve toplumda ayrı ayrı tezahür ediyor. Bireysel bozulmalar zamanla toplumsala dönüşüyor. Her toplum da meydana getirdiği kötü davranışın, maddî ve manevî hasarından mes’uldür. Musîbet, ahlâk terbiyesini netice verirse musîbet olmaktan çıkar. Yoksa dersi alınmazsa, yaşananlar yaşanılmaya devam edecek demektir. Yaratıcının cezası da boldur, mükâfatı da. 13.09.2009 E-Posta: [email protected] |