M. Latif SALİHOĞLU |
|
Selnâme |
Bilhassa İstanbul'un il, ilçe ve köylerinde büyük hasara ve dehşet veren tahribata yol açan sel felâketinin, zihnimizde çağrıştırdığı bazı mânâları bugünkü köşemizde sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Hayır Allah'tan, fenâlık nefisten
Yağmur rahmettir; sel ise felâket... Yağmur, bizlere bir İlâhî ihsan ve ikrâmdır. Sel felâketi ise, insanların hata ve ihmalinin bir neticesi...
Gafletten uyanmak
Her varlığın gaflet zamanı vardır; Dereyi uykudan sel uyandırır. Rahmet de, tufan da O'ndan halk olur; Gökteki bulutu yel uyandırır.
Kadirli'li Âşık Feymânî
Bulut, yel'siz kalınca
Bazı görgü şahitlerinin anlattıklarına göre, rahmetin sele dönüştüğü bölgelerde, yağmur yüklü bulut kümeleri, uzun müddet aynı yerde hareketsiz bir vaziyette kalmış. Yani, o kalın bulut tabakaları, rüzgârın o esnada esmemesi sebebiyle, âdeta gökte asılı vaziyette kalmış ve bu acip vaziyet yaklaşık bir saat kadar sürmüş. Bunun, bir "İlâhî ikaz" mânâsı taşıdığını, acaba kaç insan anlayabildi? Bilirsiniz, şöyle çok mânidar bir söz vardır: "Emr–i Bârî olmazsa, yerden bir çöp kımıldamaz." Hiç şüphesiz, sel felâketini netice veren bu şiddetli yağmurlar da emr–i Bârî ile ve muhakkak bir hikmete binâen olmuştur. Yani, kuraklık ve yağmursuzluk hali gibi, âfete dönüşen şiddetli yağmurlar da, bizlere bir ikaz–ı İlâhîdir; hatta, bir cihette kefaretüzzünûbtur.
Ağaçlar katliâm, dereler istilâ edildi
Orman alanlarında sel baskınları olmaz; olsa da çok nâdir ve cüz'idir. Arazide biriken sel suları, dereler vasıtasıyla ana mecrasına doğru akıp gider. Ama siz hasis menfaatiniz için ağaçları keser, orman katliâmı yapar ve dereleri de istimlâk ile istilâ ederseniz, düştüğünüz bu derin gafletten, ancak derelerden taşan azgın sel suları ile uyanırsınız. Şayet uyanabilirseniz, yine de ne mutlu. Aksi halde, boğulmaya mahkûm olursunuz. Ne yazık ki, pekçok can ve mal kaybının yaşandığı Ayamama Deresini besleyen su havzası, aynen yukarıda izah ettiğimiz türden bir işgal ve istilâya uğramış durumda.
Yollar ve yağmurlar
Dün: Beraber yürüdük biz bu yollarda Beraber ıslandık yağan yağmurda Şimdi dilediğim tüm şarkılarda Bana herşey seni hatırlatıyor
Bugün Yürüyemiyoruz artık biz bu yollarda Sırılsıklam olduk yağan yağmurda Şimdi gördüğüm dehşetli derelerde Bana yolun sonunu hatırlatıyor
Ramazana hürmetsizliğin cezası
Arzî ve semâvi musibetlerin, ekser insanların hata ve günâhlarıyla bağlantılı olduğunu muhtelif eserlerinde hatırlatan Üstad Bediüzzaman, 1939 yılı sonlarında vuku bulan İzmir ve Erzincan depremleri ile o dönemde yaşanan sel ve yangın gibi musibetlerin, hasseten Ramazan ayında olmasının hikmetine dikkat çekiyor. O tarihteki şiddetli depremlerin artçı şokları—tıpkı devam eden şimdiki sel felâketi gibi—geniş bir alanda günlerce devam ederek, halkı uzun süre korku ve dehşet içinde bırakmış. Bu noktaya taalluk eden iki mühim suâl ve cevap var. Sırasıyla iktibas edelim... "Suâl: Bu zelzelenin maddî musîbetinden daha elîm, mânevî bir musîbeti olarak, şu zelzelenin devamından gelen korku ve me’yusiyet, ekser halkın ekser memlekette gece istirahatini selb ederek, dehşetli bir azab vermesi nedendir? "Mânevî cevap: Şöyle denildi ki: Ramazân–i Şerîfin terâvih vaktinde, kemâl–i neş’e ve sürur ile, sarhoşçasina, gayet heveskârâne şarkıları ve bâzan kızların sesleriyle, radyo ağzıyla bu mübârek merkez–i İslâmiyetin her köşesinde câzibedarâne işittirilmesi, bu korku azabını netice verdi. "Suâl: Bu hâdise–i arziye, bu memleketin ahâli–i Islâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyâde ilişiyor? "Elcevap: Bu hâdise hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazan’ın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribâtından intibâha gelmediklerinden, hafifçe gàfilleri uyandırmak için o zelzelenin devam etmesi gibi çok emârelerin delâletiyle bu hâdise ehl–i imânı hedef edip, onlara bakıp, namaza ve niyâza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor. (On Dördüncü Sözün Zeyli, s. 158–61)
Bugünlere gelince... Sonlarına geldiğimiz şu mübarek Ramazan ayında da, ne yazık ki birçok yerde hürmetsizlik, saygısızlık hali yaşandı. Sanki, bazı yerlerde, bilhassa plajlı tatil beldelerinde sanki hiç Ramazan gelmemiş gibi vaziyetler sergilendi. 1940'lardaki tek merkezli menfî radyo programlarına mukabil, günümüzde yüzlerce gazete, dergi, radyo ve tv kanalları, Ramazan'a hürmetsizlikte yarışır hale geldiler. Birçok yerde, özellikle İstanbul'da sel felâketinin yaşanmasıyla birlikte, yayın mevkutelerinin neredeyse tamamı kamera ve objektiflerinin yönünü değiştirdiler, değiştirmek mecburiyetinde kaldılar. Bu noktada, Risâle–i Nur'da aynen zikredilen şöyle bir suâl hatıra gelebilir: "Mâdem bu zelzele musîbeti hatâların neticesi ve keffâretü’z–zünubdur. Mâsumların ve hatâsızların o musîbet içinde yanması nedendir? Adâletullah nasıl müsaade eder?" Cevap kısmında yer alan ifadelerin bir kısmı şöyledir: (Enfâl Sûresi/25. âyetin meâli: "Bir belâ, bir musîbetten çekininiz ki, geldiği vakit yalnız zâlimlere mahsus kalmayıp, mâsumları da yakar.') Şu âyetin sırrı şudur ki: Bu dünya bir meydan–ı tecrübe ve imtihandır ve dâr–ı teklif ve mücâhededir. ...Eğer mâsumlar böyle musîbetlerde sağlam kalsaydılar, Ebû Cehiller, aynen Ebû Bekirler gibi teslim olup, mücâhede ile mânevî terakkî kapısı kapanacaktı ve sırr–ı teklif bozulacaktı. ...O musîbetteki gazab ve hiddet içinde, mâsumlara da bir rahmet cilvesi var. Mâsumların fânî malları, onlar hakkında sadaka olup, bâkî bir mal hükmüne geçtiği gibi, fânî hayatları dahi bir bâkî hayatı kazandıracak derecede, bir nevi şehâdet hükmüne geçer."(Age, s. 159)
Ya yağmursuzluk, ya fırtına, ya...
Üstad Bediüzzaman, ayrıca bazı memurların kànun nâmına kànunsuz ile hiyanet eden ve ilişenlerin, bu memleketin biçare ahalisine bir umumî tokadın gelmesine vesile olduğunu da hatırlatarak, bunun cezaî bir netice doğurduğunu şu sözlerle beyan ediyor: "Ya zelzele, ya yağmursuzluk, ya hastalık, ya fırtına gibi umumi belâlara bir vesile olur." (Emirdağ L, s. 67)
İstanbul hazır değil
Megaköy İstanbul'un şiddetli yağmura, sel ve su baskınlarına karşı hazırlıklı olmadığı kesinlik kazanarak tescillendi. Peki, aynı İstanbul kuvvetle muhtemel olan depreme karşı hazırlıklı mı? Maalesef değil... Haydi diyelim, böylesine bir yağış hesapta yoktu, tahmin edilmiyordu, vesaire... Peki, acaba bütün ilim adamlarının da "Her an olabilir" dediği İstanbul depremi hakkında "Benim için hesapta yoktu; hiç tahmin etmiyordum" diyecek bir tek kişi var mı? Yok. Ama ne yazık ki, böyle kuvvetle muhtemel olan bir felâkete karşı, ciddî herhangi bir hazırlık da yok...
Efsane yıkıldı
İstanbul Büyükşehir yönetimi, 1994'ten beri aynı siyasî ekolün elinde. Yani, 15 senedir aynı siyaset yolunda yürüyenler ve aynı yağmurlarda ıslananlar yönetti İstanbul Büyükşehir Belediyesini ve diğer birçok belediyeyi... O yollarda ihlâsla yürüdüklerinde, o yağmurların altında sadâkatle ıslandıklarında genellikle başarılı oldular. (Barajlar dolunca, "Allah, bize kredi açtı" diyorlardı. Ya şimdi?..) İhlâs ve sadâkati bozduklarında ve yakınlarını kayırmada sınır tanımaz hale geldiklerinde ise, yağan yağmurların altında perişan oldular ve balçıkla kaplanan o yollarda çakılıp kaldılar. Böylelikle "Büyükşehir çalışıyor" efsanesi de yıkıldı, gitti. Halk, "Madem ki Büyükşehir çalışıyordu da, Ayamama Deresini on beş senede neden ıslâh edemediler?" diye sorgulamaya başladı.
Son not Kula belâ gelmez, Hak yazmadıkça; Hak belâ yazmaz, kul azmadıkça. Tarihin yorumu 12 Eylül 1980 12 Eylül felâketi Bugün Türkiye'yi yerinde duraklatan, tevakkufa sevk eden, ilerlemesinin önünde en ciddî teşkil eden "ihtilâl anayasası" bir 12 Eylül Darbesinin ürünüdür. Türkiye'nin AB üyeliği önündeki en zor engel olarak da, yine bu darbe anayasası görülmesine rağmen, bunu hiçbir hükümet değiştirmeye ve bir sivil anayasa hazırlamaya cesaret edemiyor. Bugün Türkiye'nin başını ağrıtmaya devam eden şu kahredici terör belâsı, bir 12 Eylül Darbesinin mahsulüdür. Darbeciler, legal faaliyet yapan bütün örgütleri kapattı, böylelikle zaten illegal olan PKK'nın önünü açtı ve bilumum menfî örgütlerin suyunu bu örgütün kanlı deresine akıttı. Bugün parçalanmış ve şahıslara parsellenmiş durumdaki dinî cemaatlerin sergilemiş olduğu tablo da bir cihette 12 Eylül felsefesinin bir meyvesidir. Darbeden önce "sekiz"ler civarında olan dinî cemaat ve grupların sayısı, bugün "seksen"ler civarında seyrediyor. Darbeciler, şahıslarla anlaşarak birliklerini bozdular, aralarına nifak tohumları koydular. Bütün bu felâketler, 12 Eylül'ün yol açtığı şiddetli tahribatın henüz telâfi edilmediği, aksine devam ettiğini gösteriyor. 12.09.2009 E-Posta: [email protected] |